MUTASAVVIF BİR SÜT KARDEŞ YAHYA EFENDİ
05 Kasım 2025, Çarşamba 00:20
Bugün İstanbul Boğazı'nda tekneyle seyahat ederken, Dolmabahçe ve Çırağan saraylarını geçtikten hemen sonraki sırtta, yeşilliklerin arasında cumbalı evlerden oluşan küçük yapılar topluluğu göze çarpar. Burası, İstanbul’da günümüze kadar bozulmadan gelmiş en güzel tekkelerden biri. Bu yapıların ortasında, üzeri kubbeli tuğla taş sıralı yapı ise bir türbedir ve aynı zamanda bu tekkenin şeyhi olan büyük mutasavvıf Yahya Efendi'ye aittir.

Zamanında buralar Suriçi İstanbul’unun dışında bulunan ıssız mekânlardı. Yahya Efendi, meşrebi gereği toplumdan ayrı durmak ve talebelerini bu ıssız ortamda yetiştirmek arzu ettiği için bu araziyi kendisine mekân olarak seçmiş ve burada yıllarca vazife yaparak nihayetinde buraya defnedilmiştir.
İşte konumuz olan bu büyük âlim, Kanuni Sultan Süleyman'ın sütkardeşidir. Hafsa Hatun, Trabzon'da Şehzade Süleyman'ı dünyaya getirdiğinde sütü yetmeyecektir. Süt anne ararlar. O günlerde Trabzon Kadısı Ömer Efendi`nin de bir oğlu dünyaya gelmiştir. Ömer Efendi`nin hanımı hem kendi bebeğini hem de Şehzade Süleyman'ı emzirecektir. İşte geleceğin büyük liderinin aynı göğüsten süt emdiği bu kişi büyük âlim Yahya Efendi olacaktır. Aslında romanın sonu daha başından belli gibi. Çünkü bir insanın süt kardeşi Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri, Hacı Bayram-ı Veli ya da Yahya Efendi olursa bu kişinin, bu dünyada nasıl yaşayacağı ya da yaşarken nelerden sakınacağı ortadadır. Ama biz yine de tarihi olasılıklara bırakmayıp yaşananlara kulak verelim.
Çocuklukları Trabzon'da birlikte geçen, hatta aynı hocalardan ders okuyup aynı zanaatları belleyen (kuyum-kuyumculuk) bu iki dost ileriki yıllarda da birbirlerinden ayrılmayacaktır. Kader ikisini de İstanbul'a getirecek biri yeryüzünün sultanı olurken, diğeri de gönüller sultanı olacaktır
Yahya Efendi sadece din ilimlerde ilerlemiş bir kişi sanılmamalıdır. Çünkü aldığı eğitim ve ders verdiği medreseler göz önünde tutulduğunda onun, zamanın birçok ilminde ilerlemiş bir zat olduğu anlaşılacaktır. İstanbul’a geldiğinde uzun süre devrin büyük şeyhülislamı Zembilli Ali Cemali Efendi'den ders almış, onun vefatı sonrasında yerine Canbaziyye Medresesi`nde müderrisliğe başlamıştır. Daha sonra İstanbul’un muhtelif birçok medresesinde vazife yapan bu büyük alim nihayetinde ilmin en yüksek mekânları sayılan Sahn-ı Seman Medresesi’ne kadar ilerleyecek ve burada ders verecektir. Ancak Yahya Efendi, çocukluğunda edindiği tasavvuf anlayışından hiçbir zaman uzaklaşmayacak, bu yaşantısını devam ettirecektir. Anadolu Kavağı’nda Haydarpaşa Çiftliği civarında çilehane yaptırdığı, bugün Yuşa Tepesi olarak meşhur mevkide uzlet yaşadığı meşhurdur. Hatta Yuşa Hazretleri’nin kabrini kendisinin keşfettiğine inanılmaktadır
Ne zaman boğaz turu yapsam, Beşiktaş kıyılarından geçerken aklıma takılan bir hikâye gelir dilimin ucuna ve anlatmadan edemem. Burada da kısaca zikredeyim
Sultan Süleyman zaman zaman aynı yaşta olmalarına rağmen hocam dediği Yahya Efendiden ricacı olurmuş, "Bir ihsan buyursanız da Hızır Aleyhisselam’ı biz de görsek." diye. Çünkü halk arasında pek meşhurmuş Yahya Efendi'nin Hızır Aleyhisselam ile görüşmeleri. Yahya Efendi bu talebe sesini çıkarmaz, tebessümle karşılık verirmiş. Bir gün bu büyük mutasavvıf, süt kardeşini apar topar Beşiktaş kıyılarına çağıracaktır. Korumaları ve saltanat kayığıyla gelir Sultan Süleyman. Ancak Yahya Efendi küçük bir sandala binmiş, yanında tanımadığı bir kişi vardır. Kendisini bu mütevazı sandala davet eder. Sebebini sormadan bu talebe icabet eder büyük Hünkâr. Tam kıyıdan hareket edeceklerdir ki, Yahya Efendi`nin yanındaki zat, Sultan Süleyman'ın parmağındaki elmas taşlı yüzüğü işaret eder.
Kanuni de çıkarır ve bu zatın avuçlarına bırakır. Yüzüğü alan kişi de fırlatır boğazın sularına yüzüğü. Şaşırmış kalmıştır Sultan bu acayip tavra. Biraz da bozulur ama bakar ki hocası Yahya Efendi bir şey demiyor, o da edeben sesini çıkarmaz. Küreklere asılırlar bir süre. Yahya Efendi konuşmayınca Sultan Süleyman da ses etmez ve olacakları bekler. Ta ki, Kuruçeşme'ye gelene kadar. Burada kıyıya yaklaşırlar. Önce Yahya Efendi iner sandaldan, tam Sultan Süleyman davranacaktır ki, yanındaki garip zat elini suya daldırır ve Beşiktaş'ta boğaza fırlattığı yüzüğü çıkarıp uzatır Sultan Süleyman'a. Bu acayiplik karşısında şaşırıp kalır Kanuni ve sandaldan çıkarken elindeki yüzüğü hocası Yahya Efendi`ye göstererek, "Bu hâlin hikmeti ne ola?" diye sorar. Yahya Efendi de sandalı gösterir eliyle. Döner bakar ki sandal boştur. Az önceki zat sırra kadem basmıştır. Konuşur Yahya Efendi, "Hızır Aleyhisselam’dı, neden konuşmadın?"
Kıssanın aslını bırakıp faslına bakacak olursak, devir dev kametlerin cirit attığı bir devirdir. Ve böyle bir devrin adamlarının yanlış adım atmalarına izin verilmez.
Sultan Süleyman`ın süt kardeşi Yahya Efendi 'den bahis açmışken, onun İstanbul Boğazı'nın manevi sahiplerinden biri olduğunu da ifade edelim. Zamanında balıkçılar balığa çıkacakları zaman tekneleriyle tekkenin hemen dibindeki bu sahile yaklaşırlarmış. Yahya Efendi de tekkenin ucuna çıkar ve buradan onlara dua edermiş, "Ürününüz bereketli, kazancınız bol olsun." diye. Bütün balıkçılalar hep bir ağızdan, "Amin" derlermiş. Sonra da Yahya Efendi onları, "Eyyam ola eyyam ola!" yani, "Uğurlar ola!” diye savarmış. Yahya Efendi’nin vefatı sonrasında aynı adet devam etmiş. Balıkçılar yine buraya gelip bu kez onun ruhuna Fatihalar gönderir ve ardından kendileri, " Eyyam ola!” diyerek buradan ayrılırlarmış. Rivayete göre, işte bu "Eyyam ola” sözü döne dolaşa bugünün "Heyyamola!" sözüne dönüşür. Ama bu arada kelimenin kökeni Rumcadır.
Bir gün yolunuz muhakkak Beşiktaş sırtlarındaki bu tekkeye düşmeli, Mimar Sinan eseri olan Yahya Efendi Türbesi'ni ziyaret etmelisiniz. Oraya gittiğinizde sakın varlığınızdan haberdar olmadığını sanmayın. Çünkü emin olun boğazdan geçerken adını anmak isteyip hatırlayamayanları bile takip ediyormuş meğerse. Geçtiğimiz yıllarda bir öğrencim, Amerikalı bir grubu boğazda gezdirirken bu tekkeden bahsediyor. Şeyhin adını söyleyecek ama günün yorgunluğu bir türlü gelmiyor ismi aklına. Zaten grupta yabancı, üzerinde durmuyorlar ve öylece geçip gidiyorlar. O gece bir rüya görüyor. Rüyasında orta boylu, mütebessim simalı, üzerinde cübbesi, kısa sakallı bir zat geliyor yanına, "Kızım dün sen çok yorgundun, beni hatırlayamadın, ben Yahya Efendiyim, ben Yahya Efendiyim, ben Yahya Efendiyim." diyor.
İşte öldükten sonra yaşamaya devam edenlere bir örnek!
Kitap Linki:
https://www.ktbkitap.com/urun/kanuni-talha-ugurluel
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.