Tarihçiler ve İlahiyatçılar
16 Ekim 2025, Perşembe 11:48
Türkiye’de roller karıştı. İlahiyatçılar dini yıkmaya çalışırken tarihçiler müdafaa ediyor. İyi de bu neden böyle? Sebebini tek cümleyle yazıp geçebiliriz fakat biraz malumat vermek faideli olur.
Cumhuriyetten önce bu topraklar muazzam bir imparatorluğun küçük bir parçası idi. Hakanü’l-berreyn ve’l-bahreyn olan padişahlar hilafeti de uhdelerinde bulunduruyordu. Bu iki sıfat din-i mübini yeryüzüne yaymak için onlara inanılmaz bir güç veriyordu. Tabii ki ihlasları, cesaretleri ve nihayet kabiliyetleri bu mübarek kızılelmanın sac ayaklarını teşkil ediyordu. Nesiller yedisinden yetmişine bu gaye için nefes alıp veriyordu. Sıbyan mektebinden en yüksek medresesine kadar bu salık veriliyordu. Söz konusu çark hemen herkesi i’lâ-i kelimetullah ülküsünde kenetliyordu. Kuyucu Murad Paşa din ü devlet mülk ü millet deyince doksan yaşına rağmen diriliyor ve eşkıyanın peşine koyuluyordu. Yetmişini deviren Sultan Süleyman her halde şan şöhret için Zigetvara gitmemişti. Takatten düşmüş olmasına rağmen ordusunun ve müslümanların maneviyatını kuvvetlendirmek maksadıyla at belinde ilerlemekten geri durmuyordu. Bilhassa yerleşim yerleri geçilirken muhakkak at sürüyordu. Tabii bunda din düşmanlarını ümitsizliğe sevk etmek de müessirdi.
Yukarıdaki herkes kelimesinden tarihçiler de vareste değildi. Esasen onlar bu kutlu davanın din adamlarından sonra gelen müdafileriydi. Mağribin ve maşrığın, karaların ve denizlerin hakanı onlar eliyle kayda alınıyordu. O büyük gazalar onların kalemiyle sonraki ve daha sonraki nesillere aktarılıyordu. Gaza ve cihadın ameli yönü müverrihlerin eliyle istikbale taşınıyordu. Tarihçiler o heyecanı eserleri vasıtasıyla yeni nesillere naklediyordu. Mesela Aşıkpaşazâde, mesela Tursun bey, mesela Hoca Sadeddin efendi… Meselaları daha çok uzatabiliriz. Son büyük misal Cevdet paşadır.
Ol sebepten bugünün tarihçileri müverrihlik yaparken ehl-i sünnet davasını da öğrenmiş ve nakletmiş oluyorlar. Din ü imandan habersiz olan tarihçiler bile eğer Selçuklu ve bilhassa Osmanlı tarihi ile iştigal ediyorlarsa farkında olmadan oradan birçok şey alıyorlar. Bu yüzden itikadları daha doğru oluyor. Zaten doğru olmaması mümkün değil. Tarihi Kemalpaşazade’den, Hoca Sadeddin’den okuyan kişi ister istemez ehl-i sünnet i’tikadını öğrenir. Mühimme defterlerine dalan bir ilim adamı devletin dini hassasiyetini en ince noktasına kadar anlar. “Hazret-i Hakk celle ve alânın uluvv-i inâyetine tevekkül ve server-i enbiyâ aleyhi efdalü’s-salavât ve ekmelü't-tahiyyâtın mu‘cizât-ı kesretü’l-berekâtına tevessül olınup fî sebîli’llâhi te‘âlâ gazâ ve cihâd içün...” ifadesi o kişiye Allahü teâlânın büyüklüğünü, yardımını, tevekkülü, Peygamber efendimizin üstünlüğünü, mucizeyi, tevessülü, fisebilillahı, Allah yolunda gaza ve cihadı yine devletin bunlar için var olduğunu öğretir. O kişi farkında olmadan hadiselere doğru noktadan bakmaya başlar.
Gelin görün ki ilahiyatçılar için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Zira bu taifenin mühim kısmı kendi aklını ehl-i sünnet alimlerinin önüne geçiriyor. Hatta Sevgili Peygamberimizin önüne geçiriyor. Hatta bazıları Allahü teâlânın da önüne geçiriyor. Bakın bunlardan biri nasıl zırvalıyor: “Akşam namazını iki rekât kıldırdım. Üçüncü rekâttayım. Aklıma geldi ki abdestim yok. Abdestim vardı. Sonra üçüncü rekattayken ana abdestim yok ya benim dedim. Ya rabbi -şimdi bak akıl yürütüyorum- ya rabbi namazda abdest temiz olmak için gereklidir. Yani insanın vücudunda büyük abdestlik dediğimiz böyle bir halin yoksa küçük abdestsizlik necasetle alakalı bir işlemdir neticede. Ondan arınmayla alakalıdır. Ben tertemiz bir adamım. Yani ya rabbi ben temiz bir adamım, abdestim varsay olmasa da ne olacak bu çok mu önemli.”
Hasılı bunların akıl ve nefislerine tabi olarak geldikleri nokta yeni bir din kurmak. İslam diye anlattıkları şeyin İslam ile uzaktan yakından alakası yok. Kendi kurdukları dine inanıyorlar. Bu dinde hayallerindeki Allah var. Kendileri de yalancı peygamber. Utanmadan, sıkılmadan, arlanmadan insanları bu dine çağırıyorlar.
İlahiyat talebeleri ehl-i sünnet alimlerinden ziyade onlarla muhatap oldukları için ister istemez bozuluyorlar. Hatta bazıları bozulmakla kalmayıp imanını kaybediyor. Bu çocukların birçoğu isimleriyle satırlarımızı kirletmek istemediğimiz yalancı peygamberlerin yalancı ümmeti oluyor. Aralarından sivrilenler yeni bir yalancı peygamber olma yolunda ilerliyor ve böylelikle devir daim çarkı dönmeye devam ediyor.
Artık kaç kişinin ayağı kayıyor bilemiyoruz. Bilebildiğimiz tek şey bunların kendileriyle beraber birçok kişiyi ebedi felakete sürüklediği.
Memleketin bu hâl-i pür-melâlini gören tarihçiler dine dair bildikleri doğruları işte böyle bir vasatta dile getiriyorlar. Yoksa kimsenin rol çalmak gibi bir niyeti yok.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.