SANAT VE SİNEMANIN ÖNÜNDEKİ “MİLLΔ KELİMESİ NE DEMEK?
29 Kasım 2025, Cumartesi 10:48
(İnsanların rotasının, “sanatçılar eliyle” çizildiğini biliyordunuz, değil mi?..)
Uluslararası Sinema Derneği tarafından, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün himayesinde düzenlenen Millî Sinema Günleri’nin üçüncüsünü, 2025 Kasım’ında yaşadık.
Beyoğlu’ndaki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi haricinde, Sütlüce’deki İstanbul Ticaret Üniversitesi ve Esenlerde bulunan Kadir Topbaş Kültür Sanat Merkezi’nde de çeşitli söyleşi ve film gösterimleri oldu.
❤️❤️❤️
Sözünü ettiğimiz, sadece “Sinema Günleri” değil. Önünde bir de “Millî” kelimesi var. İşte bu beş harf, ardından gelenlerin de ruhunu belirliyor.
O yüzden, üç gün boyunca bu başlığın altında yer almış bütün isimleri (*1) gayet önemli buluyorum.
Her biri, sanatın ve özellikle de sinemanın çilesini çekmiş olan veya en azından defalarca bu çabalara şahitlik etmiş insanlar.
❤️❤️❤️
Uzuun yıllardır, hep şunu yazıyor ve söylüyorum:
Sanatçın yoksa sanatın yok, sanatın yoksa yarınların yok!
Burada acaba ne yazdığını okuyabiliyor mu, anlayabiliyor mu, hissedebiliyor mu herkes? Veya soran oluyor mu kendisine; neden raydan çıkmış bir tren gibi, yabancısı olduğumuz fikrî çöllerin kurağına savrulup kalmışız?.. Neden susamış dudaklar ve kavrulmuş ciğerlerimizle, o seraptan bu seraba doğru sürüyüp durmaktayız kendimizi?..
Cevap mı arıyorsunuz?
İnsanların rotasının, “sanatçılar eliyle” çizildiğini biliyordunuz, değil mi?
❤️❤️❤️
Cevap zaten “millî sanatçılarımızın” bir yazının dipnotuna sığacak sayıya düşmüş olması, değil mi?
Soruların da cevapların da canımızı çok yaktığı yerdeyiz.
Evet; sanatçın yoksa sanatın yok, sanatın yoksa yarınların yok…
Ve yani;
San’atkâr yetiştiremezsen, yarınların ol-ma-ya-cak!..
❤️❤️❤️
Konuşmacıların, daha doğrusu sinemacıların ortak şikayeti; mesleğin içinde karşılaştıkları zorluklar idi.
Bunu hemen geçelim, çünkü birinin zorluğu diğerine eğlence bile olabiliyor.
Diğer büyük sıkıntı ise, özellikle madî imkansızlıkardı.
Bunu da geçelim, çünkü hani olur a bürokratın, bankacının, sanayicinin veya gizli para babalarından biri uyanıverip nice sinema sevdalısının kâbusunu bitirebilir.
Örnek mi istiyorsunuz?
Çoğu kimsenin sevmediği, deli dediği adaşım Kaddafi olmasaydı, unutulmaz yönetmen Mustafa Akkad “Çağrı” ve “Ömer Muhtar” filmlerini çekebilir miydi? Çekse bile, İslamî Sinema Sanatının dünyadaki yüz akı olarak son 50 yıldır bu ikisi konuşulur muydu? (*2)
❤️❤️❤️
Şundan emin olun ki;
Sanat başka şeydir, Millî sanat ise bambaşka bir şey.
Sanatın ve sinemanın çok zorluğu vardır ama konu Millî olunca zorlukları da yüz ile binle çarpmak lazım gelir.
Çünkü Milli Sinema yapıcıdır. Şifa için çalışır, onarmak için, yeşertmek için, güzelleştirmek için, kurtarmak için çalışır…
Bir ormanı yakan elin işi on dakikada biter fakat dağları kazanların, tohumları atanların, fidanları sulayanların işi hiç ama hiç bitmez…
İşte zaten, mutluluk da başarı da ödül de umulan sevaplar da bu yorgunlukların ardındadır.
❤️❤️❤️
Sanat, merdivendir.
Sanatını yapmak, bu merdivenden yukarı doğru çıkmaktır.
İşte bu yokuş insanı sanatkâr eder veya gerçekten san’atkâr olanla olmayanı biri birinden gene bu yokuş ayırır!
Sanatkârlık zaten çile çekmektir; yaşanmış, yaşanmakta veya yaşanacak olanları ayrıca insanı ve duygularını zapt etmek, raptetmek, kaydetmek…
Ve bunların yanında;
Bir bebeğe kendi sütünü emziren anne şefkati ve ihtimamıyla, muhatabını beslemeye çalışmak demektir.
❤️❤️❤️
Hayat da sanat da bir dik yokuştur.
Sinemacılar, görüntüleri kaydeder. Bazısı merdivene çıkanları çeker, bazısı merdivenden düşenleri çeker, bazısı merdivenden çıkanları uçuruma iter ve hatta bunu çekerler!..
Sinemacının millî olanı yani has evlatları ise; görüntülerini çekmekle birlikte, insanların elinden tutup o merdivenden peşleri sıra çekmeye hatta onları, kendilerinden de yukarılara çıkarmaya çalışır.
❤️❤️❤️
İşte o yüzden tekrarlayıp duruyorum şu cümleyi ben:
Sanatçın yoksa sanatın yok, sanatın yoksa yarınların yok!
Özet olarak:
Sanatkârın varsa, sanatın da yarınların da olacaktır.
—————-
(*1) Açık oturumlarda; yapımcı, yönetici, konuşmacı, yorumcu, sahne ve salonda, görünen–görünmeyen pek çok işi üstlenerek, organizasyona katkı sağlayan isimlerden;
Dr. Batuhan Mumcu, Mesut Uçakan, Hüseyin Keskin, Nazif Tunç, Mustafa Şevki Doğan, Emin Gürsoy, Ahmet Yenilmez, Mesut Bostan, Metin Günay, İhsan Kabil, Şükrü Sim, Rahim Er, Atila Gökbörü, Bülent Pelit, Yusuf Ziya Gökçek, Hüseyin Öztürk, Korhan Günay, Kaan Atilla Taşkın, Büşra Bülbül, Serdar Arslan, Mustafa Kayapınar, Zeynep Çiftçi, Kamil Engin, Ali Osman Emirosmanoğlu, Ebubekir Kurban, Prof. Dr. Rıdvan Şentürk, Mehmet Aslantuğ, İsmail Hakkı, Ali Nuri Türkoğlu, Zahide Nihan Doğan, Oğuz Tunç, Rabia Bulut, İsrafil Kuralay, Hüseyin Cerrahoğlu, Arif Hakverdi, İlyas Ertemur, Ahmet Edebali, Harun Türmenoğlu, Yusuf Faruk Tunç, Emir Mirza Tunç, Muhammed Fatih Dur, Burhan İpek, Metin Kuru, Safa Murat, Muhammet Emre Yapraklı ve Recep Yeter…
İnşallah unuttuklarım olmamıştır.
Herkesi ayrı ayrı tebrik ediyor ve bütüne kattıkları artı değerler için teşekkür ediyorum.
Bu millet, sizin gibilerin eksikliğini görmesin.
(*2) Mustafa Akkad, 1993 yılında Dr. Enver Ören'in davetlisi olarak Türkiye'ye geldi. (Müslüman olup “Cassius Clay” olan eski adını da terkeden, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük boksörü) Muhammed Ali’nin de çağırıldığı TGRT'nin açılış törenlerine katıldı. (Dünyanın en tanınmış yönetmenlerinden biri olan) Akkad, bu ziyaretinde “Selahaddin Eyyubi” ve “Fatih Sultan Mehmed” filmlerini de “Çağrı” ve “Ömer Muhtar” filmleri gibi uluslararası oyuncularla hazırlamak istediğini söyledi… Fakat filmlerin bütçeleri çok yüksekti. Bir film için çıkarılan maliyet TGRT için çekilen bütün filmlerin toplamına yakındı.
Mustafa Akkad’ın 2002’de de “İstanbul’un Fethi / Fatih Sultan Mehmed” filmini çekmek ve kurulacak dev platolarla kalıcı olarak şehrin tanıtımını sağlamak, teklifiyle Türkiye’ye geldiği, Kültür Bakanlığı yetkilileriyle görüşmeler yaptığı, destek sözü de aldığı fakat bir türlü ödenek çıkmadığı söylentileri duyuldu.
Çok büyük olan bu projeler gene de TGRT’nin sahibi Enver Ören Bey’in hayallerinden biri olmaya devam etti. Belki gerçekleşecekti de kim bilir, fakat Mustafa Akkad 2005 Kasım’ında Ürdün’ün başkenti Amman’daki bir otelin lobisinde yakınında bomba patlatılarak öldürüldü.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Hicran Seçkin
01-12-2025 07:45"İnsanların rotasının, 'sanatçılar eliyle' çizildiğini biliyordunuz, değil mi?" Bu ne kadar korkunç bir cümle/soru, günümüz saratçılarını düşününce! Ve aynı zamanda da cevabı, toplumun neden uçuruma gittiğinin... Millî sanatçılar yetiştirilmesi/çoğalması lazım mutlaka mutlaka mutlaka!
Zekeriya AYAZ
29-11-2025 19:51Doğru diyorsunuz da bizden bu çarkın içine girmeye çalışanlar maalesef öğütülüyor. Böylece insan kaynağımız da heba oluyor. Öyle bir çark ki bu dünyevileşmenin zirvesi, şehvetin ve nefsin diğer isteklerimin tepesini temsil edenlerin mekanı. Kökü sağlam olsa bile tek bırakılan insanımız orada onlara ayak uyduruyor maalesef.