MAZERETİM VAR, ASABİYİM BEN
09 Kasım 2025, Pazar 00:20
“Mazeretim var, asabiyim ben…”
Ne çok duymuşuz bu cümleyi.
Bazen kendimiz söylemişizdir, bazen de bir başkasından işitmişizdir.
Bir tartışmanın ardından, bir gönül kırıldığında, bir sessizlik çöktüğünde bu söz çıkar ağızlardan: “Ben kötü biri değilim ama asabiyim işte...”
Sanki bu cümle, kalp kırmanın bahanesi olmuş gibidir.
Sanki öfke, karakter değil de kaderdir.
Oysa öfke, bize verilmiş bir duygu ama imtihanı olan bir duygu.
Çünkü insanı büyüten şey, sinirlenmemek değil; sinirlenince sabredebilmek, öfkelendiğinde susabilmektir.
Öfke, kalpte kopan bir fırtına gibidir. İçimizde ansızın başlar, rüzgâr gibi eser, gözümüzü perde gibi kapatır. O anda ne dediğimizi, kimi incittiğimizi fark etmeyiz bile.
Sonra fırtına diner, gökyüzü açılır…
Ama bir bakarız, bir yerlerde kalpler kırılmış, gönüller dağılmış.
Ve ardından o tanıdık cümle gelir dudaklara:
“Mazeretim var, asabiyim ben.”
Oysa kalp kırmak, hiçbir zaman mazeretle açıklanmaz.
Çünkü kırılan bir kalp, kolay onarılmaz….
Bir kere dağılmış bir gönül, eski haline dönmez.
Şu çeşmenin haline bak, su içecek tası yok.
Kırma kimsenin kalbini yapacak ustası yok…
Denilmiştir…
Sevgili Peygamber Efendimiz (aleyhisselam) “Gerçek pehlivan, güreşte rakibini yenen değil; öfkelendiğinde nefsine hâkim olandır.” Buyurur…
İşte gerçek güç budur.
Sesini yükseltmek, öfkeyle bağırmak güç değildir.
Asıl güç, o an kalbinde kaynayan öfkeyi tutabilmektir.
Asıl yiğitlik, nefse “dur” diyebilmektir.
Bir sahabi, Peygamber Efendimiz’e gelip, ‘Bana bir öğüt ver ya Resûlallah.” der.
Fahr-i kainat Efendimiz üç kez tekrar ederler aynı sözü: “Öfkelenme.”
Bu kadar sade, bu kadar derin bir öğüt…
Çünkü öfke, şeytanın en çok sevdiği andır.
İnsan o anda, dilini değil nefsini konuşturur.
Yüce Mevlamız buyurur: “Öfkesini yenenleri ve insanları affedenleri Allah sever.”
Ne büyük bir müjde bu!
Düşünsenize…
Bir insan, sadece susarak, sadece kırmayarak,
Allah’ın sevgisine mazhar olabiliyor.
Bir kalbi kırmamak, bir gönlü incitmemek, belki kimsenin görmediği küçük bir fedakârlık gibi gelir bize.
Ama Allah katında o an, meleklerin kaydettiği koca bir iyilik olur.
Bir kelimeyi yutmak, bazen bin dua değerindedir.
Sabır, dışarıdan sakin görünür ama içinde fırtınalar kopar.
Öfkesini yutan insan, aslında içindeki ateşi Allah’a teslim edendir.
“Rabbim, sen biliyorsun, ben susuyorum.” demektir bu.
Ve bil ki, Allah, kendisi için susan kulunu yalnız bırakmaz.
Belki kimse bilmez o an senin neye sabrettiğini, ama Allah bilir.
Ve senin o sabrını, rahmetine dönüştürür.
Bir söz düşün…
Ağzından çıkarken sıcak karşı tarafa çarptığında soğuk bir taş gibi.
Bir kalbe dokunur, ve o kalp bir daha eskisi gibi olmaz.
Kimi zaman yıllar geçer, hâlâ o cümle yankılanır: “Keşke sussaydım...”
Kırılan bir kalp, bazen bir daha konuşmaz.
Bazen bir tebessümle başlayan bir dostluk, bir öfke anında biter.
İşte bu yüzden, öfkeyi yönetmek sadece bir ahlak değil, bir insanlık borcudur.
Artık “Mazeretim var, asabiyim ben.” deme…
Çünkü asıl mazeret, kendi kalbini terbiye edememektir.
Asalet, öfkesine yenilmemekte; öfkesine rağmen, sevgiyle kalabilmektedir.
De ki: “Mazeretim yok, merhametim var. Asabiyetimi değil, insanlığımı seçiyorum.”
Öfke geçer, ama söylenen söz kalır.
Kızgınlık diner, ama bırakılan iz silinmez.
Her öfke anı, bir tercih anıdır:
Ya nefsi seçeceksin, ya Allah’ı…
Ya yakacaksın, ya affedeceksin.
Ve her affediş, bir dua gibi yükselir göğe.
O zaman anlarsın: Asıl güç bağırmakta değil, kalbi koruyabilmektedir.
Unutma… İnsanın gerçek olgunluğu, öfkesini bastırmasında değil, onu güzelliğe dönüştürebilmesindedir.
Çünkü öfkesine hâkim olan, aslında kalbine hâkim olmuştur.
Ve kalbine hâkim olan, Rabbinin rızasına en yakın olandır.
“Mazeretim yok, asaletim var.” diyebilen bir yürek ol.
Çünkü öfkesini yenebilen her insan, kendi nefsine karşı kazanılmış bir zaferin kahramanıdır.
Bazen içimizde bir şeyler birikir...
Söylenmeyen sözler, haksızlıklar, anlaşılmamak, kırılmak...
Ve bir anda, sanki yüreğimizde bir kıvılcım tutuşur.
Nefesimiz daralır, ellerimiz titrer, sesimiz yükselir.
Sonra bir bakarız, öfke bizi ele geçirmiş.
İşte tam o anda, insanın kalbinde bir savaş başlar.
Bir yanda “haklıyım” diyen nefis, diğer yanda “sabret” diyen vicdan...
İşte öfkeyi kontrol etmek, bu iki ses arasında doğru olanı seçebilmektir.
Öfke, insana verilmiş doğal bir duygudur.
Ama bu duygu, kontrol edilmediğinde insanın hem kendisini hem çevresini yakar.
Bir kibritin ucu gibidir; küçücük bir hareketle büyük yangınlara sebep olur.
Öfke anında susmak, zayıflık değil; kalbin olgunlaşmasıdır.
Çünkü öfkeni yuttuğunda, aslında kendini yenmiş olursun.
Öfke Gelince Ne Yapmalı?
Bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamber Efendimiz (Aleyhisselam) şöyle buyurur:
“Öfkelendiğinizde ayakta iseniz oturun; oturuyorsanız uzanın.
Öfkeniz geçmezse, abdest alın.”
Bu tavsiye, sadece bir davranış değişikliği değil; bir ruhsal soğuma yöntemidir.
Çünkü öfke ateştir, ateşi söndüren ise sudur.
Abdest, sadece bedeni değil, kalbi de serinletir.
Bazen öfkelendiğimizde içimizden bin kelime geçer, ama sadece birini söylememek bile büyük bir zaferdir. O kelimeyi yuttuğunda, Allah senin sabrını yüceltir.
Belki kimse fark etmez o anı, ama melekler yazar:
“Falanca, öfkelendi; ama sustu.”
Bir düşün...
Bir kalbi kırmamak için susmak, belki de seni cennete götürecek bir davranıştır.
Aslında öfke, çoğu zaman kırılmışlığın maskesidir.
İnsan bağırır çünkü sessizce anlatamadıklarını haykırmak ister.
Ama bağırdıkça uzaklaşır, sustukça yaklaşır.
O yüzden bazen kendine şunu söylemek gerekir:
“Ben sinirli değilim, sadece incindim.”
İçindeki öfkeyi tanırsan, onu kontrol etmeye başlarsın.
Onu bastırmaya değil, anlamaya çalış.
Çünkü bastırılan öfke bir gün taşar; ama anlaşılan öfke, merhamete dönüşür.
Öfke anında hatırla:
Seni yaratan Allah, sana sabrı da verdi.
Senin içindeki öfkeyi biliyor, ama o öfkeyle ne yaptığını daha çok önemsiyor.
O yüzden öfkelendiğinde hemen konuşma.
Bir yudum su iç, bir nefes al ve içinden de ki:
“Rabbim, kalbimi serinlet.
Şu an susmak senin rızan için.”
İşte o an, öfke çözülür, yerini huzur alır.
Ve sen fark edersin ki, öfkeni kontrol etmek, birini değil kendini affetmektir.
Öfkeyi bastırmak değil, dönüştürmek gerekir.
Onu sabra, anlayışa, duaya çevirebilen insan, gerçek anlamda olgunlaşmıştır.
Kızdığında bağırmak değil, susup kalbine dönmek en büyük cesarettir.
Çünkü öfkesine hâkim olan, Rabbinin sevgisine en yakın olandır.
En büyük kahraman nefsini yenendir, denilmiştir…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.