İtikadi Ayrılıklar
10 Ekim 2025, Cuma 00:15
İslâm dîninde, îmân edilecek hususlarda ayrılık yoktur. Eshâb-ı kirâmın hepsi, Peygamber efendimizin bildirdiği gibi inanmış, itikadda yani inançta hiçbir ayrılıkları olmamıştır. Onların, Peygamberimizden naklederek bildirdikleri bu îmâna “Ehl-i sünnet itikâdı” denilmiştir.
Sonraki asırlarda ise zamanla itikadi ayrılıklar ortaya çıkarılarak bid’at ve dalalet fırkalarının sayısı çoğalmıştır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmin Nisâ sûresi 115’inci âyetinde meâlen; “Hidâyeti (kurtuluş yolunu) öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fenâ olan Cehenneme atarız.” buyurarak, îmânda parçalanmanın, fırkalara (mezheplere) ayrılmanın kötü olduğunu haber vermektedir.
Nitekim Peygamber efendimiz de, Tirmizî’nin rivâyet ettiği meşhur bir hadîs-i şerîfinde; “Benî-İsrâil (Yahûdîler), yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehenneme gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nasârâ (Hıristiyanlar) da, yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehenneme gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehenneme gidip, yalnız bir fırka kurtulur.” Buyurur. Orada bulunan Eshâb-ı kirâm bu kurtulacak fırkanın kimler olduğunu sorunca; “Cehennemden kurtulan fırka, benim ve eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir.” buyurdu
Bu yolun adı “Ehl-i sünnet vel cemâat” olup, bu yoldan ayrılan sapık fırkalar Kur’ân-ı kerîm’deki muhkem ve bilhassa müteşâbih âyet-i kerîmeleri kendi akıllarına göre tefsir yoluna gitmişler, böylece felsefe yaparak ve bu âyetleri, iddialarına göre tevil ederek, yorumlayarak kendilerine Kur’ân-ı kerîmden deliller bulduklarını ileri sürmüşlerdir. Kur’ân-ı kerîm’in doğru mânâsı olan murâd-ı ilâhîyi anlayamamışlar, doğrusunu anlatan Ehl-i sünnet velcemaat âlimlerinin açıklamalarını da kabul etmeyerek onlara fikren ve fiilen saldırmışlardır.
İslâmiyette ilk itikadi ayrılıklar, hazret-i Osman’ın şehîd edilmesi hâdisesinden sonra, Abdullah ibni Sebe adındaki münâfık olan bir Yahûdînin ortaya çıkması ile başlamıştır. Kendisine taraftar toplamak ve onlara görüşlerini kabul ettirmek için, “hazret-i Ali’nin Peygamber olduğundan, Allahü teâlânın ona hulûl ettiğine” varıncaya kadar pek çok şeyler uydurup insanları aldattı. Zamanla hilâfet, Ali’nin hakkıdır diyen ve bu inanca sâhip olanlara “Şia” (Şiî) denildi. Şiiler, zamanla başka konularda da Ehl-i sünnetten ayrılıp, kendi içlerinde çeşitli kollara bölündüler.
Hazret-i Ali’nin hilâfeti, hakem tâyini yoluyla hazret-i Muâviye’ye bırakmasını beğenmeyerek, hem hazret-i Ali’ye hem de hazret-i Muâviye’ye karşı çıkıp ayrılanlara ise “Hâricî” ismi verildi. Haricilerden bir kısmı Kur’ân-ı kerîm’in bâzı bölümlerini kabul etmezler. Bir kısmı da yeni bir peygamber geleceğine inanacak kadar sapıklıkta ileri gitmişlerdir.
Bozuk fırkalardan biri olan Mu’tezile ise, Hasan-ı Basrî’nin derslerinde bulunan Vâsıl bin Atâ tarafından ortaya çıkarılmıştır. Sonraki yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış kişiler, Vâsıl bin Atâ’nın yolundan yürüdüler.
Ayrıca Mürcie, Kaderiyye, İbâhiye, Mücessime, Cebriyye gibi birçok bozuk fırka, İslâm târihi boyunca çeşitli yerlerde ortaya çıkmış, kendi içlerinde de sayılamayacak kadar çok kollara ayrılarak bir müddet yaşayıp sonra unutulup gitmişlerdir.
Ancak son asırlarda zuhur eden Vehhâbîlik, bilhassa Arabistan’da yayılmış ve bugün de, çeşitli İslâm ülkelerindeki Müslümanlar arasında yayılması için çalışılmaktadır.
Peygamber efendimizin ve eshab-ı kiramın yolu olan Ehl-i sünnet vel cemâat yolu ise mezhep imamlarımız ve ehl-i sünnet âlimleri tarafından aslı üzere müdâfaa ve muhâfaza edilerek, bugüne kadar ulaştırılmış ve inşallah kıyamete kadar da devam edecektir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.