İLK ÇATIŞMA: İLKOKUL
23 Kasım 2025, Pazar 01:36
Hayatın büyük dönemeçleri çoğu zaman sessiz sedasız gerçekleşmez; bir sarsıntı, bir denge kaybı ve yeni bir denge arayışı eşlik eder onlara. Biz yetişkinler bu dönemeçleri kariyerimizde, ilişkilerimizde yaşarız belki ama en temel belki de en sarsıcı olanı, o minik ayakların bir okul kapısından ilk kez içeri girdiği andır. İlkokul, bir çocuk için sadece okuma yazma öğrenilen bir yer değildir; organize sosyal hayatla yaşanan ilk büyük yüzleşme, ilk ciddi "çatışma" alanıdır.
Bu çatışmayı anlamak için, çocuğun geldiği yeri hatırlamak gerekir: Ev; kuralların esneyebildiği, ihtiyaçların merkezde olduğu ve sevginin koşulsuz sunulduğu güvenli bir kozadır. İlkokul ise bu kozanın yırtılmasıdır. Çocuk, evrenin merkezi olduğu illüzyonundan çıkarak, kuralların, beklentilerin ve sosyal hiyerarşinin olduğu bir yapıya adım atar.

Peki, bu yeni dünyada o minik kalplerde neler olur ve neye ihtiyaç duyarlar?
Okul öncesi dönemde çocuk, kendi dünyasının mutlak hükümdarıdır. İlkokul, bu biriciklik algısını yıkar. Çocuk, kendisi gibi "biricik" olan 30 farklı kişiyle aynı sınıfta olduğunu fark eder. Öğretmenin ilgisi bölünmüştür, kurallar herkes için geçerlidir. Bu, çocuğun yaşadığı en gerekli kırılmalardan biridir.
İlk günlerde yaşanan o yürek burkan vedalaşma sahneleri, basit bir kapris değildir. Bu, psikolojide "ayrılma kaygısı" dediğimiz, en temel güvenlik üssünden (çoğunlukla ebeveyn) kopmanın sebep olduğu derin bir sarsıntıdır. Çocuk, "Geri dönecek misin?" veya "Beni burada unutacak mısın?" sorularının endişesini yaşar.

Buradaki ihtiyaç, güvenin tazelenmesidir. Çocuğun, okulun korkulacak bir yer olmadığını ve günün sonunda mutlaka ailesine kavuşacağını bilmesi gerekir. Vedalaşmaları kısa, net ve kararlı tutmak, ebeveynin de bu sürece güvendiği mesajını verir.
Oyunun serbest ve kaotik doğasından, okulun katı ve programlı düzenine geçiş, çocuk için muazzam bir zihinsel efor gerektirir. Kırk dakika boyunca hareketsiz kalmak, dikkatini odaklamak, zilin çalmasını beklemek... Bunlar, doğası gereği dürtüsel olan ve henüz otokontrol mekanizması tam gelişmemiş bir çocuk için adeta işkencedir.

Çatışma burada, çocuğun içten gelen arzuları (hareket etme, konuşma isteği) ile dışardan gelen beklentiler (otur, dinle) arasında yaşanır. Bu süreçte ihtiyaç duyulan şey, sabır ve anlayıştır. Kuralların neden var olduğunu anlatmak ve bu kurallara uyum sağlarken yaşayacağı zorlukları normalleştirmek esastır.
Sınıf, karmaşık bir sosyal laboratuvardır. Çocuk ilk kez bu kadar çok akranıyla uzun süre bir arada bulunur. Arkadaşlık kurmak kadar, dışlanmak, kıyaslanmak ve rekabet etmek de bu sürecin bir parçasıdır. Sosyal karşılaştırmanın tohumları burada atılır.
İlkokulun başlattığı bu "ilk çatışma", aslında sağlıklı bir büyümenin işaretidir. Bu bir hastalık değil, bir adaptasyon sürecidir. Ebeveynlerin bu süreçteki rolü, hakem veya kurtarıcı olmak değil, bilge bir rehber olmaktır.

Kendi kaygılarımızı çocuğa yansıtmamak, çocuğun yaşadığı duygusal dalgalanmaları küçümsemeden doğrulamak (Okula alışmak bazen zor olabilir, anlıyorum vs..) ve akademik başarıdan önce duygusal iyi oluşuna odaklanmak gerekir.
Bu çatışmayı sağlıklı bir şekilde yönetebilen çocuklar, hayatın ileriki dönemlerindeki daha büyük fırtınalara karşı daha dirençli ve hazırlıklı olurlar. Onlara verebileceğimiz en büyük hediye, bu yeni dünyayı keşfederken yanlarında olduğumuzu hissettirmektir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.