Gazze ve Kutsal Maskeli Zulüm
13 Ekim 2025, Pazartesi 00:10
Gazze… Bir zamanlar çocuk kahkahalarıyla yankılanan o dar sokaklar, şimdi yalnızca siren ve çığlık sesleriyle dolu. Bir yıldan kısa sürede 35 binden fazla insan hayatını kaybetti; bunların yaklaşık 14 bini çocuk, 9 bini kadın. Yüz bini aşkın insan yaralı; binlerce aile enkaz altında hala bulunamadı. Yerleşim birimlerinin yüzde sekseninden fazlası yerle bir, okullar, hastaneler, camiler, fırınlar hedef alındı.
Gazze’de artık yiyecek yok, temiz su yok, elektrik yok, merhamet yok. Bir millet, dünyanın gözü önünde sistemli bir açlık, korku ve yıkım sarmalına hapsedilmiş durumda.
Ama belki de en sarsıcı olan, bu felaketin ortasında dünyanın sessiz kalışı. Bu sessizlik, sadece politik değil; ruhsal, toplumsal ve insani bir felç halidir.
Acının Uyuşturduğu Zihinler
Her gün ekranlardan akan yıkım görüntüleri, sadece oradaki insanların değil, izleyenlerin de iç dünyasında bir yara açıyor. Bir süre sonra bu görüntüler "alışıldık" hale geliyor, insanlar artık baksa da hissetmiyor. Bunun adı duygusal uyuşma.
Vicdan, tıpkı bir kas gibi, kullanılmadığında körelir. Sürekli acı görmek ama hiçbir şey yapamamak, zamanla merhameti yorar. İşte bu noktada, insanlık duyarsızlaşma eşiğini aşar.
Zalimliğin Psikolojisi
Zulmedenler, yaptıklarını doğrudan "kötülük" olarak görmezler. Onlar için bu, bir "görev", bir ‘’savunma’’, hatta "adalet"tir. Böylece vicdan ile eylem arasında kalın bir perde örerler.
Kimi mağdurunu insanlıktan çıkarır, "düşman" diye damgalar. Kimi suçu sistemin üstüne atar: "Ben emir kuluyum" der. Kimi de kötülüğü kutsallaştırır: "Allah adına yapıyorum" diyerek kendini kandırır.
Hepsi aynı noktada buluşur: Ahlaki sorumluluğu devreden çıkarma. Böylece insan aklı kötülüğe bahane bulur, kalp ise sessizce kapanır.
Grup Uyuşması: Biz Olmanın Karanlığı
Tarihteki bütün zalimler, kötülüğü tek başına işlemedi. Her zaman bir kalabalık, bir destekçi kitlesi vardı. Çünkü kalabalıklar, suçun yükünü paylaştırır, böylece kimse kendini tam olarak suçlu hissetmez. Masum halkın iliğini sömüren çok katılımcı yolsuzluklarda da durum böyledir.
Bugün de benzer bir tablo var: birileri ateşi yakıyor, diğerleri "bizimkiler haklıdır" diyerek seyrediyor. Bu kolektif suskunluk, zulmün görünmeyen yakıtıdır.
Travmadan Saldırganlığa
Bazı toplumlar, geçmişte yaşadıkları acıları, başkalarına daha fazla acı üretmenin bahanesine dönüştürür. Bir zamanlar mazlum olanlar, zamanla zalimleşebilir. Korku, savunmayı doğurur; ama aşırı korku, saldırıya dönüşür.
İsrail’in tarihsel travması, bugün Filistin halkına yönelmiş bir paranoyaya evrilmiştir. "Bir daha kurban olmayacağız’’ söylemi, artık "önce biz vuracağız" psikotik zihnine dönüşmüştür. Korkunun, vicdandan büyük olduğu her yerde adalet ölür.
Kutsanmış Şiddet: İnanç Üzerine Kurgulanmış Bir Meşrulaştırma
ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz desteği yalnızca çıkar hesaplarıyla açıklamak eksik kalır. Bu desteğin derininde, Amerikan toplumunun önemli bir kısmını şekillendiren Evanjelik Hristiyan inancı bulunur.
Bu inanç, Tevrat’taki bazı kehanetleri harfi harfine yorumlar. Evanjeliklere göre, Hz. İsa’nın (AS) yeryüzüne yeniden gelişi, Yahudilerin vaat edilmiş topraklarda toplanmasıyla mümkündür. Bu sebeple İsrail’in güçlenmesi, onlar için ilahi bir planın parçasıdır.
Gazze’deki yıkım, bu teolojik bakışta "kutsal senaryonun zorunlu bedeli" olarak görülür. Yani her bomba, her ölüm, bir tür "kader" ya da "ilahi gereklilik" olarak algılanır.
Bu yaklaşım, Protestanlığın ABD merkezli kolu olan Evanjelik Hristiyanlarının, merhamet öğretisini ters yüz eder. Din, artık vicdanın rehberi değil; Evanjelik politik çıkarın zırhı haline gelir. İnanç, sevgi yerine üstünlük duygusunu besler. Ve böylece, insanlık adına yapılmış en büyük çelişki doğar: Kutsal görünen zulüm.
Ancak bizim inancımıza yani Ehl-i Sünnet’e göre Hz. İsa (aleyhisselâm) İslam şeriatına tabii olarak dönecektir; ümmet-i Muhammed’in bir ferdi olacak, yeni bir inanç sistemi kurmayacaktır. Bu tevhidin tamamlanış ve zulmün tasfiyesi anlamındadır. Hz. İsa (aleyhisselâm) gökten inecektir, evet; ama bu İslam dininin hak olduğunu tasdik etmek içindir. Dolayısıyla politik bir proje değil, ilahi bir hakikatin tecellisidir. Üstelik yeryüzüne tekrar indiği yer Kudüs coğrafyası değil, rivayete göre Suriye’de Şam civarıdır. Yani Evanjeliklerin tahayyül ettikleri gibi İsrail topraklarına geri dönüş yapmayacaktır. Tekrar Kudüs’e dönerek daha önce kendine iman etmemiş Yahudileri, Hristiyanlaştırarak orada siyasi bir krallık kuracağı ve bütün Hristiyanları etrafında toplayacağı iddiası, tamamen hayali bir senaryodur ki, buna Katolikler ve Ortodokslar bile inanmamaktadır. Gerçek Mesih (aleyhisselâm) bekleyişi; zulmü, sömürüyü, haksızlığı reddeden, adalet ve merhameti dirilten bekleyiştir.
İnancın Direnci
Ama yine de insanın içinde tükenmeyen bir direnç vardır. Gazze’de yıkıntılar arasında birbirine sarılan çocukların gözlerindeki umut, bunun en saf halidir. Çünkü insan, inanç sayesinde ayakta kalır; dualar bazen en güçlü barikattır.
Dolayısıyla inanç, aklın ötesinde bir dayanma biçimidir. O yıkıntılar arasında bile insanlar hala birbirine "sabret" diyorsa, insanlık tamamen ölmemiş demektir.
Son Söz: Vicdanın Yankısı
Filistin’deki zulüm, sadece bir coğrafyanın değil, insanlık vicdanının sınavıdır. Kimin kazandığı, kimin kaybettiği önemli değil; mesele toprak da değil, insan kalabilmektir.
Unutmayalım ki:
Zulüm, sadece öldürmek değildir; seyredenin vicdanını felç etmektir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Cihan Demirel
14-10-2025 11:17Mükemmel ve yerinde tespitler, aynen katılıyorum.
İrfan Altıkardeş
13-10-2025 07:44Gerçek tespit