Ecdadına küfreden nesilleri kim yetiştirdi?
02 Ekim 2025, Perşembe 15:09
Tarihçiliği de kendi gibi oynak meşhur tarihçimizin bir söyleşisi düştü önüme geçenlerde. İtalya’da bir konferansın soru cevap bölümünde Fatih’le ilgili çok seviyeli sorular sorulduğunu ve katılımcıların bu kadar konuya vakıf olmalarından dolayı da çok memnun kaldığını ama sonra birinin Fatih’in içki içip içmediğini sorduğunu, o kişiye “Türkmüsün” diye sorduğunda “evet” cevabı alınca yaşadığı hayal kırıklığını anlatıyordu.
Tabi tarihçi belki fazla sosyal medya kullanmıyor olabilir. Ki burada tarihine, geçmişine her gün yüzlerce hakaret, aşağılama yapıldığına şahit olmuyor olabilir.
Eli kanlı korsanlarla, bizzat kendi ordularını kuran valileriyle yaklaşık 400 yıl sömüren, bu katiller sürüsüyle insanları katleden, köleleştiren geçmiş devletlerine küfreden bir İspanyol, Alman, İngiliz, Amerikalı, Fransız, Belçikalı göremezsiniz.
Kendi halklarına o kadar zulmeden Avrupa soyluları, kendi halklarından öyle korkarlardı ki yüksek kalelerde ve şatolarda yaşarlardı.
Bugün o halkların torunları büyük büyük annesinin gerdek gecesini soylunun yatağında geçirmesini bile hakaret ederek anlatmıyor.
Ama Selçuklu ve bilhassa Osmanlı deyince tüyleri diken diken olan sözde adı Türk insanlar aramızda dolaşıyor.
Peki bunun suçlusu kim?
Bugün geçmişine hor bakan, hakaret eden nesili yetiştiren kim?
Bizzat bizim adı üzerinde Milli Eğitimimiz.
Tanzimatla başlayan Batı’ya “öykünme” maalesef cumhuriyetle “özdeşleşme” arzusuna döndü. Bu yolda eğitimde, kültürde, sinemada ve edebiyatta müthiş bir taarruz başladı. Bir de üstüne üstlük ceberrut bir laiklik sevdasıyla dini yayınlar, vakıflar, eğitim yasaklanınca ortaya çıkan sonuç bu oldu.
Lozan’ın maddelerinden biri de eğitim, ekonomi ve askeriye de Batılı uzmanların çizeceği yönde Yeni Cumhuriyetin yol alacağıdır.
Ve eğitimde daha Lozan görüşmeleri sürerken Amerikalı eğitimci John Dewey 3 ay boyunca İstanbul, Ankara ve bazı şehirlerde araştırma yapmış ve yol haritasını belirleyen bir rapor sunmuştur. 1923 - 1934 yılları arasında başka 11 bir uzman heyet gelip Türk(!) milli eğitiminin nasıl olacağını belirlemişlerdir.
Tabi Marshall yardımları sonrası 1948’de kurulan Fullbright komisyonu eğitimin tamamen Amerikalılarca tespitini sağlamıştır.
Fullbright komisyonunun nasıl çalışcağı, binası, maddi gelirleri filan tespit edilirken benim okudukça acı acı güldüğüm, teslimiyetin ve aczin boyutunu gösteren maddesi şöyleydi.
“Amerika’da öğrenim görecek Türk öğrencilerin ve akademisyenlerin masraflarını Türk Hükümeti karşılar.
Türkiye’de çalışacak akademisyenlerin masraflarını da Türk Hükümeti karşılar”
Devletlerarası ilişkilerde esas olan “mütekabiliyet” esası maalesef yüzyıldır İngiltere ve daha sonrası Amerika söz konusu olduğunda bir yana bırakılmış hep.
Sözün özü; kendi kültürünü, inancını, tarihini bir yana bırakıp hatta onu hor görüp, tarih boyunca seninle savaşmış olanların tarihini, kültürünü nesillerine yol gösterici olarak seçersen elbette sonuç bugün şikayet ettiğimiz bu iğreti nesil olacaktır.
Yaklaşık 50 yılı aşkındır faaliyet gösteren misyoner okullarının ekseriyetinin Türkiye’yi terk etmesinin sebebi asla 1924 yılında çıkarılan tevhid-i tedrisat kanunu değildir.
Masraflarını kiliselerden ve işadamlarının bağışlarından karşılayan misyoner okullarının gitme sebebi yeni kurulan
cumhuriyet rejiminin onların verdiği eğitimi “resmi” olarak vermeyi taahhüt etmesindendir.
Masraflarını Türkiye Cumhuriyeti devletinin karşıladığı ama yetişen nesillerin Batı hayranı, kendi ecdadına küfreden nesiller
olduğu okullar varken misyoner okullarına ne hacet! Bu konuya devam edeceğiz.
02.10.2025
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Canan Sürenler
02-10-2025 16:28Evet Orhan bey, yazılarınızın devamını sabırsızlıkla bekliyorum o efendim. Saygılarımla