DİZİLER VE TOPLUMSAL ÇÜRÜME; SENARYONUN ÖTESİ
01 Aralık 2025, Pazartesi 00:25
Diziler Gerçekliği Taklit Etmiyor; Bozuyor
Televizyon ekranlarının bir zamanlar aileyi bir araya getiren sıcak atmosferi, bugün yerini duygu yoksunu karekterlere, yüzeyselleştirilmiş ilişkilere ve hayatın rutin akışını bozan yapay dramatizme bırakmış durumda. Elbette istisnalar var ama artık pek çok Türk dizisi aynı temayı tekrarlıyor: aşk-aldatma-manipülasyon-suistimal-tehdit-entrika.
Üstelik bu temalar bir ahlaki yozlaşma uyarısı şeklinde değil, sanki ‘’hayatın normal hali’’ymiş gibi sunuluyor. Diziler, toplumun aynası olmak yerine, toplumun duygusal ve zihinsel yapısını aşındıran bir hayali gerçeklik üretiyor.
Duyguyu Taşımayan Karekterler
Günümüz dizilerinde karekterler çoğu zaman ‘’hissetmiyor’’, ‘’sadece söylüyor’’. Duygusal derinlik yok, yaşanmışlık yok, iç hesaplaşma yok. Seyirci kalbiyle değil, kulağıyla izliyor. Bu durumun arka planında:
-Hızlı çekim temposu,
-Senaryoların aceleyle ve acemice yazılması,
-Duygu eğitimi eksik oyunculuk,
-İnsan psikolojisinin yüzeysel ele alınması, gibi sebepler var.
Sonuçta ortaya çıkan şey, hikaye değil; uzun bir senaryo okuma performansı.
Aşkın Tüketilmesi ve Aldatmanın Normalleşmesi
Dizilerdeki aşk artık bir yolculuk değil; bir duygu fırtınası değil; bir derinlik arayışı hiç değil.
Aşk: bir haftada başlayan, bir sonraki hafta aldatmayla biten, üçüncü hafta başka bir aşka uğrayan bir döngüye dönüşüyor.
Bu tekrar eden kalıp, farkında olmadan aldatmayı normalleştiriyor, ‘’ihanet’’in psikolojik ağırlığını hafifletiyor, sadakatin ise modası geçmiş bir değer olduğu algısını yayıyor. Sosyolojik olarak bu, ilişkilerde güveni aşındıran bir alt kültür oluşturuyor.
Hoyratça Teşhir Edilen Cinsellik
Neyi rehabilite ediyoruz, kimi tahrip ediyoruz? Cinselliğin bu kadar hoyratça, estetiksiz, bağlamsız şekilde ekranlara taşınması iki zararı beraber getiriyor:
- Aile bağları çözülüyor: Cinsellik duygusal bağdan koparılıp bir ‘’gösteri unsuru’’ haline geliyor.
- İzleyicinin haz eşiği yükseliyor: Beynin ödül devresi buna sürekli maruz kaldığında, gerçek hayattaki duygusal ve romantik ilişki tatmin edici gelmemeye başlıyor.
Bu durum özellikle gençlerde duygu yoksullaşmasına, bağlanma problemlerine ve erken tükenmişlik hissine yol açıyor.
Tehdit Algısının Artışı
Sürekli bir kötülük, sürekli bir pusuda bekleyen bir düşman. Pek çok dizide dramatik gerilim oluşturmak adına ‘’tehlike’’, ‘’ihanet’’, ‘’şiddet’’, ‘’tehdit’’ ve ‘’kaos’’ bilhassa gündemde tutuluyor. Beyin bu görüntüleri tekrar tekrar izleyince:
-Amigdala alarmda kalıyor,
-Tehdit algısı artıyor,
-Güven duygusu zayıflıyor,
-Kişi sosyal dünyayı risk dolu bir yer olarak kodluyor.
Bu sebeple diziler, toplum ruh sağlığında görünmez bir kırılma oluşturuyor. İnsanların zihninde sürekli bir ‘’bana bir şey olacak hissi’’ gelişiyor.
Bu yapay tehdit iklimi, panik atakların altyapısını da besliyor. Amigdala sürekli alarma kaldığında, beyin gerçek tehlike ile kurgusal tehlikeyi ayırt etmekte zorlanıyor. Bu da:
-Beden sinyallerinin yanlış yorumlanmasına,
-Normal bir çarpıntının ‘’kalp krizi geçiriyorum’’ gibi algılanmasına,
-Nefes değişikliğinin ‘’boğuluyorum’’ hissine dönüşmesine yol açıyor.
Böylece dizilerdeki yoğun tehdit, ihanet ve şiddet dili, zihinde suni bir ‘’tehlike ezberi’’ oluşturuyor. Beyin bu ezberi günlük hayata taşıdığında ise, hiçbir gerçek risk yokken bile ani panik ataklar tetiklenebiliyor. Kişi bir anda yüklenen çarpıntı, nefes darlığı, titreme ve ölüm korkusunun aslında kendi sinir sisteminin ‘’yanlış alarmı’’ olduğunu fark edemiyor.
Senaryoların Toplumsal Belleğe Etkisi
Gerçeklik mi kurgu mu, zihin ayırt edemiyor. Nöropsikolojik açıdan beyin, sık tekrarlanan sahneleri ‘’normal’’ kabul eder. Dizi yapımlarında: aldatma, manipülasyon, sömürü, kalıcı güvensizlik sık sık tekrar ediliyorsa, zihin bunu ‘’hayat böyle işliyor’’ şeklinde algılamaya başlar. Toplumu yönlendiren şey artık gerçek değil; tekrar edilen kurgunun ürettiği gerçekliktir.
Unutulan Değerler: Aile, Sadakat, Tevazu, Merhamet, Ahlaki Derinlik
Bir toplumun kültürel mayası, dizilerdeki temsil biçimleriyle ya güçlenir ya da çözülür. Bugünün dizileri ise:
-Aileyi parçalanmış,
-Aşkı tüketilmiş,
-İnsani ilişkileri yüzeyselleşmiş,
-Hayatı ise dramatize edilmiş, bir evren olarak sunuyor. Oysa toplumun özüne, tarihine ve manevi köklerine baktığımızda en güçlü bağlarımızın hep değerler ekseninde geliştiğini görüyoruz. Bu anlamda dizi sektörü, toplumun insani sermayesini zayıflatan bir algı mühendisliği üretmeye başlamış durumda.
Mafya Dizileri: Şiddetin Normalleşmesi
Mafya temalı diziler, çoğu zaman karanlık figürleri ‘’karizmatik’’, ‘’güçlü’’, ‘’dokunulmaz’’ karekterler haline getiriyor. Bu da toplumda birkaç tehlikeli eğilimi tetikliyor:
Şiddetin meşrulaşması; sürekli silah, hesaplaşma, tehdit ve adam öldürme sahneleri izleyen beyin, şiddeti olağan bir sosyal davranışmış gibi kodlayabiliyor. Amigdala bu imgeleri ‘’alışılmış manzara’’ halinde belleğe kaydediyor.
Yanlış güç algısı; genç izleyiciler, özellikle ergenlik dönemindekiler, gerçek hayatta karşılığı olmayan bir ‘’güç-korku-itibar’’ döngüsünü rol model olarak alıyor.
Aile bağlarının zayıflaması; mafya anlatıları derinlikli bir aile dayanışmasını değil, ‘’sadakat’’ adı altında şiddet odaklı bir bağlılık biçimini sunuyor. Bu da gerçek aile ilişkilerini gölgeliyor.
Toplumsal empati kaybı; kötülük yapan karakterlerin ‘’kahramanlaştırılması’’, toplumda adalet duygusunun zayıflamasına ve suç davranışına karşı duyarsızlaşmaya yol açabiliyor.
Diğer taraftan uyuşturucu temalı dizilerde; merak uyandırma etkisi, tehlikenin romantize edilmesi, davranışsal modelleme ve duygusal uyuşma gibi sebeplerle özentiye kadar giden daha farklı haz odaklı tehlikeli bir kırılmaya sebep oluyor.
Ne Yapmalıyız?
Sosyopsikolojik düzeltme için üç temel adım şart:
- Senaryolarda insanın derinliğine yer açmak; Aşkı, merhameti, sadakati ve mücadeleyi yüzeysel çatışmaların ötesine taşıyıp, insanın iç dünyasıyla birlikte işlemek. Bu derinlik, aynı zamanda toplumun manevi değerlerini gözeten; iyiliği, sabrı ve olgunlaşmayı da anlatının doğal bir parçası haline getiren bir yaklaşım gerektirir.
- Gerçek karakter kurgusu oluşturmak; İnsanın çelişkilerini, kırılmalarını ve dönüşümünü sahici bir dille ele almak. Ancak bu sahicilik, aile ortamında küçük yaşta izleyen çocukların zihin gelişimini de dikkate almalıdır. Zira ekrandaki her duygu, çatışma ve davranış özellikle çocuklar için taklit edilen bir kalıp, içselleştirilen bir model haline gelebilir.
- Toplumsal bilinç için sanatın gücünü yeniden inşa etmek; Sanat, gerçeği çarpıtmak için değil, insanı kendine yaklaştırmak, onu daha bilge, daha merhametli bir noktaya taşıyabilmek içindir. Diziler bu bilinçle üretildiğinde hem toplumsal hem ruh sağlığını korur hem de aileyi, nesilleri ve kültürel değerlerimizi besleyen bir ortak hafıza oluşturur.
Netice itibariyle diziler sadece eğlence değildir; toplumsal bilinçaltını şekillendiren birer kültürel kodlama aracıdır. Bugün diziler, toplumun kalbini değil; kaygısını, güvensizliğini ve ahlaki erozyonunu büyütüyor. Oysa sanatın vazifesi korku üretmek değil; insanın, insandan olan umudunu onarmaktır. Çünkü diziler gerçekliği taklit etmiyor, aksine bozuyor. Bir kere cinsellik hoyratça teşhir edilmemeli, hatta asla verilmemelidir. Cinsellik, insanın en mahrem alanıdır. Toplumun kültürel dokusunu korumanın ilk adımı, mahremiyeti saygıyla ele almaktır. Ayrıca diziler tehdit, aldatma ve suistimali normalleştiren kalıplardan uzaklaşmalı. Gerilim oluşturma uğruna sürekli kötülük vurgusu yapmak, toplumu görünmez bir güvensizlik atmosferine iter. Sanatın görevi korkuyu değil, insanın insana olan inancını güçlendirmektir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Aysun özhan.
02-12-2025 17:16Teşekkurler MEHMET dokto Rum