• DOLAR
    41.27
  • EURO
    48.66
  • ALTIN
    4850.3
  • BIST
    10.449
  • BTC
    112074.59$
Deneme Reklam

BURÇLAR ve GERÇEKLER

26 Ekim 2025, Pazar 00:16
BURÇLAR ve GERÇEKLER

Doğduğumuz tarihe göre şekillendiğimiz doğru mu?

Gökyüzündeki yıldız kümelerini sınıflandırmaktan ibaret olan burçlar, nasıl oldu da karakterimizi, kaderimizi, geleceğimizi şekillendirdiği düşünülen bir şeye dönüştü?

Babil rahipleri binlerce yıl önce, takvimi düzenlemek için gökyüzünü 12 eşit dilime bölmüşlerdi. Gece nöbetlerinde göğün nabzını tuttular: tutulmaları, gezegen kavuşumlarını, Venüs’ün ileri–geri döngülerini, belirli yıldızların ufukta “ilk doğuş”unu tek tek kayda geçirdiler. Yerde ise Fırat’ın taşkınlarını, ekinlerin tutup tutmadığını, çekirge istilalarını, saray entrikalarını, savaşları ve salgınları not ettiler. Bir süre sonra bu iki defter arasında eşzamanlılıklar görmeye başladılar: “Şu yıldız şöyle doğduğunda sel geldi… Mars kızıl parladığında sınırda kan döküldü… Tutulmadan sonra kıtlık oldu…” Kil tabletlerde listeler büyüdükçe büyüdü; gökteki benzer işaretlerin yerde de benzer sonuçlar doğuracağı fikri kök saldı.

Yani bugün “korelasyon” diyeceğimiz birlikte değişimleri nedensellik sandılar. Zamanı on iki eşit dilime bölüp olayları bu dilimlere yerleştirince de “aynı zaman tekrar ederse, aynı kader de tekrar eder” zannı güçlendi. Takvim bir anda kehanet cetveline dönüştü. Muhtemelen kimse bu hesaplamanın bir gün “Sen Akrepsin, o yüzden kıskançsın.” cümlesine dönüşeceğini tahmin etmiyordu.

Kişiselleştirme ise çok daha yenidir. Önce gökten devletin talihi okunurdu; krallar, seferler, kıtlıklar… “Sen hangi saatte, hangi ışık altında geldin?” Orta Çağ’da bu sarayın imtiyazıydı. Asıl kırılma 20. yüzyılda gazeteler Güneş burcuna göre günlük–haftalık yorumlar basınca oldu. Astroloji ilk kez kitlelere tek tek konuştu. Uygulamalarla birlikte doğum saati dakikaya indi, bildirimler “sen” diye hitap etmeye başladı. Fakat öz aynı kaldı: not edilen örüntüler hâlâ korelasyon, anlatılan hikâye çoğu kez nedensellik sanılıyor.

Astrolojide bu fark sıkça karışır. Mesela Ocak doğumluların okulda ya da sporda biraz daha başarılı oldukları fark edilir; hemen “Oğlak burcu azimli!” denir. Oysa mesele yıldızlarda değil, takvimdedir. Birçok sporda altyapı takımları yılbaşı kesim tarihine göre kurulur. Aynı yaş grubunda Ocak’ta doğan çocukla Aralık’ta doğan çocuk yan yana gelir; biri diğerinden neredeyse bir yaş daha olgundur. Bu fizyolojik/psikomotor avantaj seçmelerde “daha yetenekli” görünmeyi sağlar. Seçilince daha iyi antrenman, daha çok dakika, daha iyi koçluk gelir ve fark büyür. Yani istatistikte “Ocak doğumlu sporcu çok” diye görünen şey yıldızlarla değil, sistem tasarımının mağduru veya mağruru olan çocuklarla alakalıdır. Hikâye astrolojik değil, kronolojiktir.

Gezegenlerin çekimi, doğum odasındaki doktorun yerçekimini bile geçemediğine göre, yıldızların karakter yazdığı iddiası fiziğe aykırıdır. Ama doğum zamanı ile bazı biyolojik sonuçlar arasında zayıf ilişkiler bulunabilir. Bunun nedeni gökyüzü değil, yeryüzüdür: ışık süresi, annenin D vitamini seviyesi, mevsime bağlı enfeksiyonlar, hormon döngüleri... Etki vardır, ama fail farklıdır.

Doğduğumuz anın gökyüzü değil, o ana kadar geçen ayların ışığı, ısısı, hormonları, besini bizi şekillendirir. Çünkü her şey sırayla işler. Anne karnında İlk haftalarda folik asit varsa sinir tüpü kapanır; yoksa kapanmaz. İkinci trimesterde serotonin dengedeyse beyin köprüleri doğru kurulur; stres hormonları yüksekse bağlantılar eksik kalır. Üçüncü trimesterde yeterli D vitamini varsa dopamin sisteminin temelleri sağlam atılır; yoksa ileride duygu durumu hassaslaşır. Yani yıldızlar yerinde durur, ama bebeğin içindeki kimya mevsimle, ışıkla, annenin bedeniyle hareket eder.

Yazın anne karnında olan bebek, bol güneş alır, D vitamini depolar, annenin morali yüksektir. Sonbaharda doğduğunda beyni bu iyimser kimyaya göre ayarlanmıştır. Kışın hamilelik geçiren bir annenin bebeği ise daha karanlık bir ortamda büyür; ışık azaldıkça serotonin düşer, kortizol artar, bebeğin biyolojik saati bu farkla doğar. Baharda doğanlar, kışın içinden geçmiş çocuklardır; sonbaharda doğanlar yazın meyvesidir. Sonbaharda doğanların ömürlerinin en kritik ilk aylarını kışın geçirecek olması, baharda doğanların ise bu kritik aylarını yaz aylarında geçirecek olması da pek çok şeye tesir eder. Gece–gündüz süresinden annelerin ulaşabildiği taze gıdaya, enfeksiyon dalgalarından güneş ışığının şiddetine kadar pek çok değişken farklıdır; dolayısıyla bu bebeklerin zihinlerinde kurulacak ilk devreler de az çok farklı ayarlara sahip olur. Tesir işte buradadır. Yıldızlarda değil, mevsimde.

Bu küçük farkların bir insanın bütün hayatını belirlemez elbette. Ama karakterdeki o ince tınıların, eğilimlerin bir kısmını açıklayabilir. Mevsime göre hormon dengesi, D vitamini düzeyi, annenin ruh hali, hatta doğumun gerçekleştiği günkü hava sıcaklığı bile o minik biyolojide değişikliklere sebep olabiliyor. Yani etkiler var, ama fail yıldızlar değil. Kozmik değil, biyolojik bir takvimin eseridir.

Peki, o halde burç yorumlarını okurken “Bu tam ben!” diyenler yalan mı söylüyor?

İşte burada devreye Barnum etkisi girer. Psikoloji literatüründe klasik bir deney vardır: Bir grup öğrenciye kişilik testi yaptırılır, ertesi gün her birine “kişisel analiz raporu” verilir. Herkes raporunu şaşırtıcı derecede isabetli bulur, hatta “beni tanımış” der. Sonra açıklanır: Herkese aynı metin verilmiştir. Metin de şu tür cümlelerle doludur:

“Potansiyelin yüksek ama zaman zaman anlaşılmadığını hissediyorsun…

Disipline önem veriyorsun ama bazen ipleri salabiliyorsun…”

Yani herkesin içine sığabileceği kadar genel ifadeler, her birine özelmiş gibi görünür. Horoskop okurken yaşanılan “Vay, bu tam ben!” hissi de aynı mekanizmanın eseridir: Geneli, kişisele yormak.

Burçlar güzel bir masal anlatır: her insan bir hikâyenin kahramanıdır, gökte bir sembolü vardır. Ama gerçek hikâye yeryüzündedir. Bugün astroloji ve burç dediğimiz şey, yıldızlardan çok biyolojik ritimlerin şâirane bir yanlış yorumudur. Yıldızlar bizi şekillendirmez, yalnızca ışık verir. Geri kalan yolu, biz sinir sistemimizin içinden yürürüz.

Hayatımızın akışını ışıkları bize yüzlerce senede ancak gelebilen yıldızlarda değil de yıldızların sahibinde ve başta beynimiz olmak üzere organlarımızın sıhhatinde aramamız daha makul görünüyor.

Yorumlar

  • yorum avatar
    Nazım Erol
    26-10-2025 20:57

    Tamamen materyalist bir bakış açısı. Gökyüzü hareketleri insan karekterinde kaderinde etkilidir. Zira Kainattaki her şey Allah'ın kanuna göre olur.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.