BEYNİN GIDASI KELİMEDİR: ANNENİN SESİ, İLK OKUL
02 Kasım 2025, Pazar 00:20
Her ebeveynin zihninde ortak bir soru yankılanır: "Çocuğum için en iyisini nasıl yaparım?" Bu arayış bizi daha iyi okullara, daha eğitici oyuncaklara veya daha fazla özel derse yönlendirir.
Peki ya çocuğunuzun gelecekteki başarısının anahtarı, tüm bunların ötesinde, çok daha temel ve erişilebilir bir şeyde saklıysa?
Cevap, pahalı materyallerde değil, sizin sesinizde, yani kelimelerinizde gizli olabilir.

Bebek dünyaya geldiğinde herkes aynı soruyu sorar: “Kaç kilo doğdu?”
Sonra o kiloyu büyütmek için seferberlik başlar. Süt içti mi, doydu mu, kilo aldı mı…
Bütün bunlar elbette kıymetli; ama aynı bebek, beynini büyütmek için gereken besini almazsa, o kilo hiçbir işe yaramaz. Çünkü hayatın ilk üç yılında vücudun en aç organı mide değil, beyindir.
Yeni doğan bir bebeğin yediği her lokmanın yaklaşık %60’ını beyin tüketir.
Yani bebek adeta şöyle der:
“Beni besle ama sadece karnımı değil, zihnimi de doyur!”
Bizim gıda farkındalığımız yüksek, zihin farkındalığımız zayıf. Boy-kilo tablolarını ezbere bilir, vitamin saatini aksatmayız; kaşıktan düşen lokmanın hesabını sorarız.
Fakat kelimelerin tablosu yoktur evimizde: kaç masal anlatıldı, gün boyu kaç soru birlikte çözüldü, sofrada kaç cümlelik sohbet kuruldu, bunun sayacı çalışmaz.

Mide açlığı ağlayarak haber verir; zihin açlığı sessizdir. Sessiz olduğu için de ertelenir. Oysa ertelenen her cümle, beynin kurulmamış bir bağlantısıdır; eksik kalan her sohbet, yarınki anlama gücünden düşen bir paydır.
Zihni de tıpkı bedeni gibi günlük beslemek gerekir: lokma beden içindir, kelime zihin içindir.
Peki bu zihnin gıdası nedir?
Ne vitamin, ne protein…
Beynin gerçek gıdası kelimelerdir.
Beyin, kelimelerle çalışır.
Bir çocuğun beyni, duyduğu her kelimeyle yeni bir sinaps (bağlantı) kurar. Bu bağlantılar ne kadar zenginse, düşünme kapasitesi de o kadar derindir.
Harvard Üniversitesi’nin uzun soluklu gözlemleri, çocukların zekâ gelişiminde genetikten çok dil maruziyetinin belirleyici olduğunu gösteriyor.

Kelimeler beynin kasıdır. Kas çalışmadığında erir; beyin de öyle.
Ünlü “30 Milyon Kelime” araştırması, 0–3 yaş arasında çocukların duyduğu kelime miktarının gelecekteki başarı, iletişim ve öğrenme becerilerini nasıl belirlediğini çarpıcı şekilde ortaya koydu.
Bazı çocuklar bu dönemde yaklaşık 45 milyon kelime duyarak hayata başlıyor; bazılarıysa yalnızca 13 milyonla.
Aradaki fark, ilerde kolay kolay kapanmayacak kadar büyüktür.
İşte o eksik kelimeler, ileride “anlamadı”, “yavaş öğreniyor” diye tarif ettiğimiz boşlukların gölgesidir.
Her çocuk, “İslam fıtratı” üzere, yani öğrenmeye hazır bir tertemizlikle doğar.
Bu fıtratın ilk muhatabı annedir.
Anne ne söylüyorsa, çocuk dünyanın öyle bir yer olduğuna inanır.
Sözün tonu, kelimenin sıcaklığı, sesin ritmi... Bunlar yalnızca kulağa değil, sinir sistemine de dokunur.
Çocuğun ilk öğretmeni, diplomaya ihtyiyaç duymayan en etkili eğitimci olan annesidir.
İlk sınıfı da onun kucağıdır.
İnsanın kimliğini inşa ettiği, çevresiyle en çok etkileşime geçtiği, kendi içinde bile konuştuğu dile boşuna anadil demiyoruz.
Baba ve etraftaki diğer insanlar da elbette yardımcı olacak ama adı üstünde yardımcı. Bu işte başrol her zaman annedir.

Ekonomistler de bu gerçeğe kendi açılarından bakarlar ve bu yatırımın hakkını teslim ederler:
Erken çocukluk dönemine yapılan her 1 dolarlık yatırım, cemiyete ortalama 7 dolar olarak geri döner.
Yani kelimeye yatırım, sadece duygusal değil, ekonomik olarak da en yüksek getirili iştir.
Ebeveynler için işin özü üç kelimede toplanır:
Kavra, Konuş, Katıl.
Kavra: Çocuğun o anda neye merak duyduğunu fark et. Öğrenme, merakın filizlendiği anda gerçekleşir. Meraksız kulağa yapılan eğitim, taş toprağa tohum atmaktır.
Konuş: Çocuğun ilgilendiği konuda konuşmaktan çekinme. Kısa emirler değil, uzun cümleler kur. “Evet. Hayır.” kelimeleri günü kurtarır, ama beyni büyütmez.
Anlattığın her hikâyede bir değer, bir ölçü, bir duygu bırak.
Katıl: Öğretme değil, birlikte yapma.
Bir davranışı bin kez söylemek yerine bir kez göster.
Suyla besmele çekerek içtiğini gören bir çocuk, “nasıl yapılır”ı öğrenir; çünkü kelime, fiille birleştiğinde sinir ağlarında iz bırakır.

Modern çağın yanılgısı, ekranların ve hoparlörün insan ses ve görüntüsünün yerini tutabileceğini sanmak.
Oysa bilim açık: bebekler hoparlörden çıkan sesle öğrenmez.
Ekrandan duyulan bir “anne sesi” bile gerçek annenin tonunu, ritmini, kokusunu taklit edemez.
Bir deneyde, canlı olarak bir hareketi izleyen bebekler davranışı taklit etmiş; aynı hareketi ekrandan görenlerse hiçbir şey öğrenmemiştir.
Çünkü beyin, sahiciliği tanır. Dijital görüntüye değil, duygusal bağa tepki verir.
O hâlde en gelişmiş eğitim teknolojisi hâlâ eski usuldür:
Kucağa almak, göz göze bakmak, kelimeyi kalpten söylemek.

Bir çocuğun zihnini kelimelerle beslemek, toprağa güneş ışığı vermek gibidir.
Fiziksel gıda toprağı hazırlar, ama kelimeler filizi büyütür.
Güneşsiz toprak nasıl çorak kalırsa, kelimesiz beyin de potansiyelinin altında kalır.
Kısacası, çocuk eğitimi doğmadan başlamıştır bile. Doğumdan sonra da annenin ağzından dökülen her kelime, çocuğun zihninde bir sinir hattı olarak büyür.
Ve eğer o hatlar doğru kelimelerle örülürse, insanlık da bir nesil içinde değişebilir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Adnan Ceyhan
03-11-2025 19:56annelerin eğitimi eğitimlerin en ehemmiyetlisi olduğu halde maalesef!
Mehmet Akıllıoglu
03-11-2025 17:55Tebrik ederim Sadece anlatımını çok güzel.