BATI MEDENİYETİ BİR VİCDAN MASALI MI?
08 Aralık 2025, Pazartesi 00:25
Dünya tarihini okurken çoğu zaman galiplerin kalemiyle yazılmış süslü bir metne bakarız. Kaybedenlerin sesi silinir, mazlumların hikayesi gölgede kalır. En acısı da şudur: Güçlü olan kendi suçunu unutturur, başkalarının geçmişini büyüterek anlatır.
Bugün Batı, dünyaya ahlak dağıtan, insan haklarının hamisi gibi görünen bir “medeniyet merkezi” rolünde. Fakat bu hikayenin arka planı, kanla, göz yaşıyla ve milyonlarca yok edilmiş hayatla örülüdür.
Ve bu karanlık, Papa’nın son bölge ziyaretleri de dahil olmak üzere Batı’nın bütün “vicdan gösterilerini” yeniden okumamızı gerektiriyor.
Batı’nın Sakladığı Büyük Gerçek: Bir Kıtanın Çalınmış Hayatları
Tarihçiler ısrarla söylüyor:
Afrika’dan 12 milyon insan zorla alınıp köleleştirildi.
Yollarda, gemilerde, saldırılarda 3-5 milyon insan daha öldü.
Toplamda 15 milyon masum hayat…
Bu yalnızca rakam değil; bir kıtanın anneleri, babaları, çocukları, kardeşleri…
Bugün Avrupa’nın birçok kentini dolaştığınızda gördüğünüz zenginliğin görünmez duvarlarında işte o insanlığın çığlıkları var.
Sokak isimleri, müzeler, bankalar, muhtelif şirketler, holdingler… hepsi Afrika’nın yok edilen emeği üzerine inşa edildi.
Sanayi Devrimi’nin olağanüstü yükselişi bile bedava insan emeğinin yani köleliğin üzerinde yükseldi. Üretim patladığı için köle alınmadı; kölelerle oluşturulan sermaye birikimi sayesinde üretim patladı. Bu servet birikimi olmadan Batı’nın ne makinesi çalışırdı ne fabrikası açılırdı ne de bilim insanına maaş verilirdi. Sermaye yoksa üretim yoktur. Üretim yoksa sanayi yoktur. Sanayi yoksa “Batı şaheseri” de yoktur. Kısacası Batı’nın yükselişi bilim + emekle değil, sömürü + kölelik + soygunla gerçekleşmiştir.
Ama Bu Tarih Neden Konuşulmaz?
Çünkü Batı’nın kendi yazdığı büyük bir masal var: “Özgürlük, demokrasi, insan hakları…”
Oysa kitapların sessiz sayfalarındaki gerçek şudur:
İngiltere, yalnızca Hindistan’dan 45 trilyon dolar değerinde servet taşıdı.
İspanya, Güney Amerika’dan 180 ton altın, 16.000 ton gümüş çıkardı. Avrupa’nın bankacılık sistemi bunun üzerinde kuruldu.
Portekiz, Brezilya’dan yüzlerce yıl şeker, altın ve kakao sömürdü.
Fransa, 132 yıllık Cezayir işgalinde 1 milyondan fazla ölü bıraktı. Haiti’de köleler isyan edip ülke bağımsızlığına kavuşunca, ülke Fransız savaş gemileriyle kuşatıldı. Sonuçta kölelerin özgür olmasıyla oluşan ekonomik kayıp için Haiti’ye dev bir tazminat dayatıldı ve ülke 122 yıl boyunca faiziyle beraber 100 milyar dolar ödemek zorunda bırakıldı. Böylece Haiti’nin geleceği, kalkınması, eğitimi, alt yapısı yok oldu. Bugün Haiti’nin dünyanın en fakir ülkelerinden biri olmasının sebebi budur. Daha Ruanda ve Madagaskar’daki katliamları saymıyorum bile. Çok değil daha 1950’lerde Madagaskar’daki katliamlarda 90 bine yakın insanın Fransız askerleri tarafından öldürüldüğü bilinmektedir.
Hollanda, köle ticaretinde İngiltere ve Portekiz’den sonra en büyük üçüncü Avrupa gücüydü. Endonezya’yı 350 yıl boyunca sömürdü. Hatta sömürü düzeni öyle ağır bir düzeye ulaşmıştı ki, 1840’larda 1 milyondan fazla Endonezya’lı açlıktan öldü. Daha Karayip’leri, Güney Afrika’yı, Sri Lanka ve Tayvan’ı saymıyorum bile…
Almanya, Namibya’da 90 bine yakın, Tanzanya’da ise 250 bin insan öldürdü. Daha Kamerun ve Pasifik Adaları’nı saymıyorum bile.
Belçika, sadece Kongo’da 10 milyon insan öldürdü.
Hülasa Avrupa, sadece düşünerek değil; çalınan ve talan edilen coğrafyalarda büyüyüp serpildi. Bu gerçek, modern Batı’nın uygar görünümünün altında yüzünü saklayan karanlıktır.
Bazıları hala “15-16.yüzyıldan itibaren yükselen yarışta biz yoktuk” diye konuşuyor. Oysa bu cümle hem tarih bilmezliktir hem de Batı’nın ürettiği zihin koloniliğinin tipik göstergesidir.
Halbuki, Osmanlı’nın şehir yönetimi, vakıf sistemi, su mühendisliği bugün hala araştırma konusudur.
Biz yok değildik. Kendi medeniyet evrenimizde, insanlığa nefes olan bir düzen kurmuştuk.
Ama Batı nasıl yükseldi? Bilimle değil başkalarının toprağını boşaltarak.
Peki Neden Bugün Hala Batı’nın Anlatısını Tekrar Edenler Var?
Çünkü zihinsel sömürge, fiziksel sömürgenin bir üst aşamasıdır. Güçlü olan tarihini parlatır, suçunu flu gösterir. Zayıf olanın tarihini küçültür, efsanelerle gölgeler.
Örneğin Osmanlı’nın 600 yıllık tarihini, harem hikayelerine ya da şehzade trajedilerine sıkıştırmak tam da bu zihinsel manipülasyonun ürünüdür. Maalesef bizden bazıları da bu hikayeyi tekrar ederek bilinçli ya da bilinçsiz Batı’nın anlatı aparatına destek oluyor.
Papa’nın Ziyaretinin Sembolü: Vicdan Makyajı
Bugün Papa’nın Türkiye veya bölge ziyaretlerini yalnızca dini bir temas gibi görenler var. Oysa mesele çok daha derindir. Bu ziyaretler, Batı’nın tarihsel bagajını yumuşatma çabasıdır. Maneviyat kalkanı arkasına saklanmış bir vicdan makyajı…
Çünkü Batı hala;
Afrika’nın acısını taşımıyor.
Kongo’nun mezar taşlarını konuşmuyor.
Hindistan’dan çalınan serveti hatırlamıyor.
Köle ticaretinin defterini kapatmış gibi davranıyor.
Ama aynı Batı, hala dünyanın vicdan rolünü oynamak istiyor.
Son Söz: Masalı Değil, Gerçeği Konuşmanın Zamanı
Bugün Avrupa’nın övdüğü her değer; “özgürlük, insan hakları, adalet” kulağa hoş geliyor. Ama bu kavramların yükseldiği zemin, sömürülmüş kıtaların kemiklerinde yükselen bir yapı iskelesidir.
Tarihte en büyük suçları işleyenlerin bugün ahlak dağıtıyor olması, dünyanın en büyük paradoksudur.
Gerçek şu:
Güçlü olan kendi hikayesini yazar. Zayıf olanın hikayesini unutturur.
Ama biz kendi hafızamıza sahip çıktıkça, kimsenin bize unutturacak gücü kalmayacaktır. Bu yüzden bugün Batı’nın medeniyet masalını değil, görünmez mezarlıkların gerçekliğini konuşmanın tam zamanıdır.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.