• DOLAR
    41.27
  • EURO
    48.66
  • ALTIN
    4850.3
  • BIST
    10.449
  • BTC
    112074.59$
Deneme Reklam

BAŞIN GEREK İSE

27 Kasım 2025, Perşembe 11:41
BAŞIN GEREK İSE

Sahtekarlar hepimizi yordu. İşinin hakkını veren insan sayısı azdan da az. Saha fark etmiyor. Her yer bizi aldatmak üzere mevzilenmiş insan müsveddeleriyle dolu. Üstelik bunlara hiçbir müeyyide yok. Polis, mahkeme, hapishane diyebilirsiniz ama dediğinizle kalırsınız. Evet üçü de var. Gel gör ki işlemiyor. Köftede domuz çıkıyor adam elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Çayda boya çıkıyor firma belki üç beş kuruş bile ödemiyor. Durduk yere bina çöküyor müteahhid sanki mes’ulü kendisi değilmiş gibi inşaatlarına devam ediyor. El sabunu alıyorsun, büyükken kafi derecede köpürüyor, küçülünce köpük falan kalmıyor. Demek ki içini çok daha ucuz bir maddeyle doldurup dışını kaplamışlar. Hasılı sistem sahtekarlık üzerine kurulu. En büyüğünden en küçüğüne, en zengininden en fakirine kadar hemen herkes gayrimeşru paranın peşinde. Devlet de tepelerine binmeyince meydan onlara kalıyor.

Sahtekarlığın bu kadar yaygınlaşması hiç şüphe yok ki “gelsin de nasıl gelirse gelsin” anlayışından kaynaklanıyor. Harâm ve helâl hemen tamamiyle unutuldu. İş ahlakı da kalmayınca ortaya çıkan manzara bu. Halbuki vaktiyle hem iş ahlakı hem Allah korkusu vardı. Aradan çıkan ayrık otlarını ise devlet ayıklardı. Şimdi bunların hiçbiri yok. Bırakın sahtekarlığı adam öldürmenin hemen bedava olduğu günlerden geçiyoruz. Cana kıyanlara bile bir şey yapılmadığını gören aç gözlü sahtekarlar hile yapmaktan çekinir mi?

İnsanımızın bu hale nasıl geldiğini merak edenler dönüp ta’lim terbiyeye baksın. Koca koca binalar yapmakla bu iş olmuyor. Gel gör ki memleketi imam-hatiplerle donatmanın bir ma’na ifade etmediğini dahi anlayabilmiş değiliz. Kadın kadın diyerek aileyi, eğitim eğitim diyerek ta’lim terbiyeyi yıktık. Bir farkla ki ta’lim terbiye zaten yıkıktı. Daha da çukura gömdük. Bu acı manzara karşısında milli eğitim bakanımız ara tatilin kaldırılıp kaldırılmayacağını düşünüyormuş. Ne diyelim, iyi düşünmeler…

Ta’lim terbiye adına edinilen son yüz senelik müktesebatı topluca çöpe atmadan hiçbir yere varamayız. Aramızda, “olur mu öyle şey” diyenler yokdur inşallah. Eğer varsa sıkıntı büyük demekdir. Ne var ne yok çöpe atıldıkdan sonra yapılacak iş belli: Osmanlıyı mehaz alarak ta’lim terbiyeyi yeniden kurmak. Tabii bunlardan önce herkesin niyet ve i’tikadını düzeltmesi lazım. Kötülere karşı devletin demirden yumruğu hemen ardından gelmeli.

Herkesin hakkına razı olduğu yerde kavga çıkmaz; kavga başkasınınkine de el atmaktan çıkıyor. En tepeden en alta kadar herkesin hakkını hukukunu bildiği bir cemiyet huzurlu olur. Bunu da ta’lim terbiye sağlar. Allah korkusunun körpecikken o kalbe yerleşmesi lazım. Bütün tedbirleri aldıktan sonra Allah korkusu yerleşmeyen kalpler için de devlet korkusunu hazır tutmak icab eder. Bunu yaparken fevkalade hassas davranmak gerekir. Biraz üstü zulüm biraz altı zilletdir.

Acaba ecdadımız bu dengeyi nasıl kurmuşdu?

Osmanlı’da vermek üzerine kurulu bir sistem vardı. Almaya şartlanmış kafalar bâbü’s-saâdenin yolunu bulamaz. Helâl harâm ayırmadan “gelsin” diyenler atalarımızın caddesine çıkamaz. Ne diyordu Fatih: “…kimesnenün bir habbesi bir pulı, benümçün de olursa, ziyâde alınmalu olmaya…” Yani, “Hiç kimseden benim için dahi olsa almanız gerekenden fazlasını almayın.” Padişanın emrini okuyanlar niyetleri kötü bile olsa hakları olmayan bir nesneye uzanabilir mi? Nefsi uzansa aklı mani olur. Aklı uzansa ayakları gitmez. Ayakları gitse parmakları tutmaz vesselam…

Yine aynı hakanın hiç kimsenin incitilmesine de tahammülü yokdu: “…kimseyi incidmeyüb satun-aldukdan sonra satan kimesneleri hakları talebiyçün yalvartmayub eglemeyüb bâzârhânede akçaların sâhiblü sâhibine vere, kimesneyi rencîde etmeye…” Rencide edene ne yapılır? Açık söyleyelim hiç de iyi şeyler yapılmaz. Cevabı yine kaynakdan alalım: “…azlile komazım, itâb-ı azîme müstahık olur…” Ne ise ki Fatih’den bahsediyoruz. Eğer bu padişah Dördüncü Murad olsaydı “başın gerek ise” derdi… Veya, “…yohsa cânından ve başından usandın mı?” diye sorardı. Zannetmeyin ki bu en şiddetli tehdid. Bakın bir başkasında nasıl kükrüyor: “Peygamber rûhîçün seni ek ek doğrarım…” Ve yine: “…vallâhi sizi eşedd-i ukûbet ile öldürürüm…” Elbette bunlar işini savsaklayanlar ve doğrulukdan ayrılanlar için vârid olan tehdidler. Aynı yoldaki buyruklarından bir diğerine bakalım: “Re’âyâ vü fukarâyı görüb gözedesin. Zerre kadar nâ-ma’kûl evzâ’ını duyarsam elimden kurtulamazsın…” Mühim olan zulmetmemek diyor. Polonya’yı bir başdan bir başa alıp bana versen ne ma’nası var: “Fukarâ ü zu’afâyı eğer sipâhî ve eğer za’îm ve eğer yeniçeri akçesiz bir nesnelerin alalar, ceddim rûhîçün bütün Leh memleketin bana alıvirsen makbûlüm olmaz.” Doğrulukdan ayrılmayana çok vefalıdır: “Mâdem ki doğru olasın, Allah şâhiddir emânımdasın…”

Bütün bunların muhasebesini yapmak size kalıyor. Hangi vakitte ne aldığımızı, ne verdiğimizi ve bugünki vaz’iyyetimizi biraz düşünün. Düşünün ve uyanın inşallah.

Artık arsıza, hırsıza, soysuza “başın gerek ise” diyecek bir iradenin vakti gelmedi mi? Mazlumu sarıp sarmalayacak fakat zalimi ezecek bir iradenin? Yüz senede kaybetdiklerimizi teker teker yerine koyacak bir iradenin?

Yorumlar

  • yorum avatar
    Saim onur
    28-11-2025 11:44

    Tebrikler

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.