Akşam Ezanına Sığan Bir Ömür: 80’lerde Çocuk Olmak
26 Ekim 2025, Pazar 00:14
Bir zamanlar hayat çok daha yavaştı…
Gün, güneşle başlar; akşam ezanıyla biterdi.
Ve biz çocukken, günün son ışıklarıyla birlikte koşarak eve dönerdik.
Toprakla, terle, gülüşle yoğrulmuş küçük bedenlerimiz, bir tas çorba ve bir annenin “hoş geldin oğlum” sesiyle ısınırdı.
O zaman mutluluk bu kadar sadeydi, kolaydı işte.
Ne internet, ne telefon, ne de kalabalık kalpler vardı.
Sadece biz vardık…
Ve bizim dünyamız, birkaç sokak, bir top, bir ip ve bir avuç arkadaştan ibaretti.
Sokak lambalarının altında uzayan gölgelerimiz, bizim tek oyun konsolumuzdu.
Taşlar kale olurdu, çizgiler sınır…
Kızlar ip atlardı, erkekler plastik toplarla dünya kupası oynardı.
Top patlasa bile üzülmezdik; iğneyle dikilir, biraz bantla yamalanır, oyun devam ederdi.
O tozlu sokaklarda, hiç kimse kimseden üstün değildi.
Birimizin topu varsa hepimizin vardı.
Birimizin bisikleti varsa, sırayla hepimiz sürerdik.
O yıllarda paylaşmak, öğretilen bir şey değil, yaşanan bir şeydi.
Bakkalın tezgâhında cam kavanozların içi gökkuşağı gibiydi.
Bir lira verip beş akide şekeri alınır, birini yer, dördünü arkadaşla paylaşırdık.
Gazoz kapağı biriktirirdik, çizgi romanlar elden ele dolaşırdı.
Bir “Tommiks” ya da “Kızılmaske” bir Zagor, süpermen bulmak, bir hazine bulmak gibiydi.
Mutluluk o kadar küçüktü ki; ama o küçücük mutluluklar, bugün bile hatırlandığında insanın gözleri nemlenir….
Evde tek bir televizyon olurdu. Çoğunda o da yoktu…
Akşam olunca salonda, herkesin önüne açılırdı. Zaten trt açılış 19.00- kapanış 23.00 civarıydı… Tek kanal vardı…
“Susun çocuklar, ajans başlıyor!” diyen bir baba sesi…
Birlikte izlenen bir film, birlikte gülünüp birlikte hüzünlenilen bir hayat…
Reklam arasında mutfağa koşulur, bir tabak meyveyle dönülürdü.
Kimse yalnız izlemezdi, kimse yalnız yemezdi. Çünkü o zamanlar, yalnızlık ayıp sayılırdı.
Komşular bir kap yemekle kapını çalar, bir tabak dolusu misafirlik dönerdi eve.
Birinin çocuğu ağlasa, herkesin içi sızlardı.
Mahallede herkes birbirinin annesi, babası gibiydi.
Evlerin çoğunlukla kapıları kilitlenmezdi, insanların kalpleri de öyle…
Kavgalar bile çocukça olurdu; bir gün küsenler, ertesi gün yine beraber oynardı.
Şimdi o çocuklar büyüdü…
Kimi baba oldu, kimi anne…
Kimisi büyük şehirlerde, kimisi uzak ülkelerde…
Ama bir akşam ezanı duyduklarında içlerinde bir şey sızlıyor hâlâ.
Belki de özledikleri, sadece çocukluk değil; annelerinin sesi, babasının elindeki nasır, bir teneke kutuyla oynadıkları o küçük cennet…
Artık kimse “akşam ezanı okundu mu?” diye sormuyor.
Ama biz biliyoruz ki, o ezanla biten günlerde, bir ömürlük saflık saklıydı.
Ve Anlıyoruz Ki…
80’lerde çocuk olmak, fakirlik değil, sadeliğin zenginliğiydi.
Bir çocuğun elindeki ip, bir milletin masumiyetiydi.
Şimdi o çocuklar büyüdü ama yüreklerinin bir köşesinde hâlâ aynı soru var:
“Bir daha o sokağa dönebilir miyiz?”
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.