• DOLAR
    41.27
  • EURO
    48.66
  • ALTIN
    4850.3
  • BIST
    10.449
  • BTC
    112074.59$
Deneme Reklam

BİR TORUNUN ÇIĞLIĞI! (N’olur Yapmayın! Dedemin Dilini Bana Geri Verin!)

28 Ekim 2025, Salı 00:13
BİR TORUNUN ÇIĞLIĞI! (N’olur Yapmayın! Dedemin Dilini Bana Geri Verin!)

Önceki yazımızda Batı’da anadiline hâkim bir öğrencinin sahip olduğu imkânların kendisine hangi avantajları kazandırdığı üzerinde durmuştuk. Sahip olduğu avantajların başta ilmî saha olmak üzere birçok içtimaî, psikolojik ve kültürel imkanları da beraberinde getirdiğini, dünyaya ve çevresine karşı nasıl bir bakış geliştirdiğini, kültürüne ve değerlerine ait geçmiş belgeler üzerinde nasıl hakimiyet kurabildiğini misallerle izah etmiştik. Sahip olunan bütün imkânların altında yatan esas unsurun da bir milletin kültür ve medeniyetinin ana taşıyıcı kolonu olan lisan mevzusuna değinmiştik. Peki, şimdi de yukarıda belirtmiş olduğumuz avantajları kaybetmiş bir millet olarak bizim cephede durumun nasıl olduğunu tahlil edelim…

Bir ülkenin sahip olduğu en büyük hazine geleceğini emanet edeceği çocuklarıdır. Her millet çocuklarını çağın gereklilikleri çerçevesinde en donanımlı şekilde yetiştirmek ister. Başta insanî meziyetler olmak üzere ilmî, kültürel ve teknolojik sahadaki bütün değişim, gelişim ve ilerleme için kafa yoran nesiller, geleceğin dinamosudur ve sürekli bulunduğu ortama değer katar. Bunu da sahip olduğu manevi bir gayret ve ruhla, arkasını dayadığı büyük kültür hazinesi ile yapar. Sahip olduğu en büyük zenginliklerin başında da lîsan yani dil gelmektedir. Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi dili değiştirilmediği için geçmişinin parmak izini yansıtan bütün bilgi, belge ve kaydı günlük gazete okur gibi okuyarak gelecek hakkında konuşma ve tahlillerde bulunma salahiyetine sahip bir genç, kültür yapılanmasında yolun önemli bir kısmını kat etmiş demektir. Bunu da yine “Bir Batılı Çocuğun Anadiliyle Verdiği Mesaj” yazımızda anlatmaya çalışmıştık. (Sizlerden çok fazla dönüş oldu. Bunun için de hususi olarak hepinize müteşekkirim.) Dolayısıyla yaşadığı coğrafyasının önüne koyduğu mesuliyetlerle büyük imtihanlardan geçerken bir de bunu ayağındaki pranga, bileğindeki kelepçe ile vermeye çalışması çok can acıtıcı bir durum! Bu sebeple lisanıyla kendi zihin dünyasına istediği biçimde şekil vermesi gerekirken başkalarının kendisine biçtiği dar ve yarım kıyafetlerle hiçbir zaman ısınamayan yoksulların yaşadığı travmayı yaşar gibi bir hayat tarzına maruz kalması hakikaten çok hüzün verici… Bu çocuklar başkalarının gözünden, kaleminden, zihin penceresinden ve daha da kötüsü başkasının ideolojik penceresinden kültürünü tahlil etmeye hatta yargılamaya çalışması eşi benzeri görülmemiş bir zulüm değil de nedir?

Öyle ki bu çocuklar eğer başkalarının gözünden kaynaklara bir bakış geliştirmek mecburiyetinde kalıyorlarsa doğal olarak da önlerine ne konuyorsa ona kanaat etmek mecburiyetindeler! Doğal olarak da doku uyumsuzluğu da işin içine girince önüne konulanları okudukça ya geçmişine ya da kendine düşman olabiliyor. Mesela popüler etiketli entelektüel bir saplantılı tarihçiye rastlıyor çocuk! Konu da Harem-i Hümâyûn…

Batılıların bile kadınlar akademisi diye tarif ettiği güzide kurum… Yazarımıza göre; harem demek “entrika, haset ve birbirine düşmanlık besleyen kadınların olduğu yer” demek. Çünkü ideolojik saplantısı aklını ve vicdanını esir almış... İyilik ve güzellik düşünmek Kaf Dağı kadar uzak geliyor kendisine… Çünkü saplantılı yazarımıza göre burada olsa olsa entrikalar döner. İlim irfan yuvası olabilme ihtimalî hiç yoktur veya düşünülmesi bile akla ziyandır. Aynı entel yazarımıza göre, padişahlar da cinsellik düşkünü, süt havuzlarında yüzen eğlence çılgını kişilerdir. Çünkü kendisi bu kültürden geldiği için farklı bir şey düşünebilme imkanına ve yeterliliğine sahip değil! Hatta bu yazara göre padişah, kazaya uğrayıp hamamda düşüp yaralanmışsa veya orada ölmüşse kesin kadın kovalarken ölmüştür. Ayrıca bu padişahlar içki düşkünüdür. Öyle ki padişahlar balık yemeyi çok severler. Balık da içkisiz gitmez. Bu da içtiklerine alamettir. Görüyor musunuz garabeti! Bunlarla büyüyen nesiller ve onların çocukları…

Gözleri bağlanmış, kulakları tıkanmış, hangi ölçülerde düşünmesi ve tahayyül etmesi gerektiğinin kalıpları önceden hazırlanmış zavallı yavrucağımızın ise maalesef bunlara inanmaktan başka çaresi yok! Çünkü önüne konmuş iyi örnekler ya yok ya da çok az… O, hayalleri bir kalıba sokulmuş boş bir hayalperestin yazdıklarıyla iktifa etmek mecburiyetinde! Çünkü o yazarımızın da hayalleri ve vicdanı kandırılmış ya da güzel düşünmeye aç! Bütün bunların neticesinde, tarihine düşman, ecdadına mesafeli, geçmişinden nefret eden nesiller… Bunları da geçmişte gördü bu topraklar… Şu an da bunun can sıkıntısını çekmek arkadan gelenlere kalıyor. Çünkü bu avareler, hala televizyon televizyon dolaşarak boş hayallerinin taliplisini aramaya devam ediyorlar ki aracılar da bu işten okkalı biçimde nemalanıyorlar. Zira bu ülkede tarih ve tarihî şahsiyetler hep merak konusu olmuştur.  

Şimdi tarihi birinci el kaynaktan okuyanla ideolojik saplantılı kişilerin ikinci el eserlerini okuyanlar arasındaki farkı görebilir musunuz? Demokratik toplumların kumaşında bile doğru malumat ve geçmişe saygı vardır. Öncelikle ne olursa olsun her olay kendi mecrası içinde değerlendirilmelidir bunlara göre… Çünkü her olay zamanının gizemini ve sırlarını ihtiva eder. Kişilerin tutum ve davranışları ise yüzyıllar içinde çok değişkenlik gösterebilir. Hem bir kişinin ortaya koyduğu davranış ferdîdir, kendini ve kendi dönemini bağlar. Bir kişinin davranışı iyi de olsa kötü de olsa bütün herkesi aynı kefeye koymak insafsızlık ve vicdansızlıktır.

İşte tarihi doğru kaynaklardan okuyup doğru malumat sahibi olanla diğerleri arasındaki fark! Bu farkın zihnî izdüşümü nereden başlıyor. İpin ucu nereye uzanıyor? Meselenin esas kaynağı nedir? Bunları anlamak için de tarih ilminin varlık sebebini anlamak lazım! (Not: Bol uydurukça kullanmak mecburiyetinde kaldığım için de sizlerden özür dilerim. Çünkü ben de aynı eğitim sürecinden geçmiş bir ferdim)

Yorumlar

  • yorum avatar
    Sefa
    30-10-2025 23:21

    Efendim derunumızdaki en büyük sıkıntıya işaret ettiniz Allahü teâla razı olsun, ne yazıkki uydurukça kullanmadan da gençlere hitap mümkün olmuyor. Ama zararın neresinden dönülürse kardır. Sizler gibi tarihçi, eğitimci, yazar abilerimiz oldukça yeni nesil için ümit var

  • yorum avatar
    İbrahim İnal
    28-10-2025 15:30

    Dedesinin dilini yok ettiler. Babasının dilini dahi uydurukça kelimelerinin girdabında bıraktılar... Uydurukca kelimeleri hayatımızdan çıkarmadıkça eğitim sistemi sil baştan yapılmadıkça, medeniyet köklerimizin mana derinliğinde yön bulmadan işimiz, zor... Cenab-ı hakk yar ve yardımcımız olsun...

  • yorum avatar
    Zekeriya AYAZ
    28-10-2025 13:40

    Belki de amaçlanan buydu hocam. Aslında belki kelimesi bile fazla bu cümlenin önüne. Çünkü bazılarının itirafları var geçmişle bağı kopartmak istediklerine dair.

  • yorum avatar
    Nafiz BUĞDAYLI
    28-10-2025 13:23

    Allahü teala razı, yar ve yardımcınız olsun efendim. Yüreğinize, ellerinize, kaleminize sağlık. Teşekkürler...

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.