© Medya Mit

Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi

Bu eserde İmadüddin Zengî, Nureddin Mahmud Zengî ve Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyûbî’nin destansı hayat hikâyelerini ve mükemmel şahsiyetlerini okuyacaksınız. Günümüz İslâm dünyasındaki bölünme parçalanma ve Haçlı dünyası karşısındaki perişanlığın çaresinin nerede olduğunu anlayacaksınız.

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil’in Otağ Serisi’nden Selahaddin Eyyûbî kitabı yayınlandı.

Şimşirgil kitabın önsözünde şöyle diyor:

Melikşah’ın ölümü ile birlikte Büyük Selçuklu devleti, oğulları ve onlara atabeylik yapan emirleri arasında neredeyse şehir dev­letlerine dönüşmüş bulunuyordu. Halep, Şam, Musul her biri bir devletçik hâlinde birbirleri ile boğuşmaya başladılar. Bu dağınıklık Haçlıların bölgeye gelip rahatça yerleşmelerine imkân sağlayacaktı. 

Kudüs’ün alınmasıyla (1099) neticelenen I. Haçlı Seferi’ne kontlar düzeyinde ordular katılmıştı. İslâm dünyasındaki dağınıklık öylesine işlerine yaradı ki Suriye ve Güneydoğu Anadolu’daki büyük bir bölge bir anda irili ufaklı Haçlı devletleriyle doldu. Kudüs Krallığı, Trablus Kontluğu, Antakya Prinkepsliği ve Urfa kontlukları ortaya çıktı. 

Artık İslâm devletçikleri birbirleriyle mücadelesinde bu Haçlı devletleri ile de iş birliği yapar hâle geldiler. Belki de Endülüs’te yaşanan acı hadiseler Suriye içinde geçerli olacaktı. 

İşte böyle bir dönemde yapılan bir iyilik ve bir vefa örneği tarihe dönüm noktası yaşatacak iki aileyi yan yana getirdi. Necmeddin Eyyûb ve kardeşi Şirkuh, Selçukluların Irak valisi Emir Mücahi­düddin Bihruz’un iktâı olan Tikrit’i idare ediyorlardı. Musul atabeyi İmadüddin Zengî bir savaşta yaralı hâlde kendilerine sığındı. İki kardeş, atabeye fevkalade izzet ve ikram da bulundular. Yaralarını tedavi edip serbest bıraktılar. 

Bu durum İmadüddin Zengî’nin hasmı olan Bihruz’un hiç ho­şuna gitmedi. Bihruz, bir müddet sonra fırsatı geldiğinde Zengî’ye yaptıkları bu iyi muamele sebebiyle Eyyûb ve ailesini kalesinden çıkardı (1138). Tarihin cilvesi olarak, geleceğin Selahaddin Eyyûbî’si olacak Yusuf o gece doğmuştu. 

Eyyûbî ailesinin başvurdukları ilk adres İmadüddin Zengî’nin merkezi Musul oldu. Vefa sahibi İmadüddin Zengî, Eyyûbî ailesinin iyilik ve yardımını unutmamıştı. Kendilerine candan bir yakınlık gösterdi. İşte bu iki ailenin yakınlığı, tarihin gidişatını değiştirecek bir beraberlik olacaktır. 

Atabeg Zengî bir yıl sonra Baalbek’i alınca, Necmeddin Eyyûb’u bu şehrin idarecisi yaptı. Kardeşi Şirkûh da önde gelen kumandan­larından biri oldu. 

Artık sonradan Selahaddin Eyyûbî’nin de katılacağı Eyyûbî ailesi fertleri Zengî devletinde en önemli görevlere geldiler. 

İmadüddin Zengî Musul eyaletinin başına geldiği ve Zengîler devletinin temelinin atıldığı 1127 yılından vefatına kadar geçen (1146) on dokuz senede bir taraftan bölgede birliğin tesisi için uğraşacak bir taraftan da Haçlılarla mücadele edecektir. O, Urfa Haçlı Kontluğu’na son vererek Kudüs’ün alınabileceğinin ilk işaret fişeğini yakmış oldu. 

Onun şehadeti ile ülke yeniden bir kargaşanın içine düştü. Nu­reddin Zengî’nin ilk sekiz yıllık dönemi o kargaşayı gidermek ve Haçlılarla mücadeleyle geçti. Mısır’ı almadan Haçlılara nihai darbeyi indiremeyeceğini ve Kudüs’e hâkim olamayacağını anlamıştı. Zengî ve Eyyûbî hanedanının birlikteliği Mısır’daki Şiî-Fâtımî devletini ortadan kaldırdı. Mısır ve Yemen Zengîler devletine katıldı. Hem siyasi hem inanç birlikteliği sağlandı. 

Artık hedef Kudüs idi. Nureddin Mahmud Zengî Mescid-i Aksa’nın minberini dahi hazırlatmıştı. Fakat bu nihai hedefe yö­nelemeden vefat etti (1174). 

Dile kolay iki ailenin bir ve beraber fetih hareketleri tam 36 yıl sürmüştü. Babalarla başlayan dayanışmaya torunlar da dâhil olmuştu. Arada tek problem Mısır fethedildikten sonra yaşanmıştı. Bir kısım devlet adamları Selahaddin Eyyûbî’nin konumunu çeke­meyerek Selahaddin ile Sultan Nureddin arasında fitne kazanları kaynatmaya başlamışlardı. 

Böyle nazik bir dönemde Necmeddin Eyyûb yine sahne almıştı. Oğlu Selahaddin Eyyûbî’ye, “Ben ki babanım! Bu Şihabüddin de dayın. Şu gördüklerin arasında seni en çok seven bizleriz. Vallahi eğer ben ve dayın Nureddin’i görsek onun önünde yer öperiz. Eğer kılıçla senin boynunu vurmamızı emrederse and olsun ki vururuz. Biz bu vaziyette olursak sen diğerlerinin sana ne yapacağını bekler­sin?” diyerek ağır sözler söyledi. Selahaddin Eyyûbî babasının bu nasihatleri üzerine gelişebilecek bir fitnenin önünü alarak Nureddin Mahmud’a bir kez daha bağlılığını arzetti. 

Selahaddin Eyyûbî bağlılığı Nureddin’in oğlu Melik İsmail’e de sürdü. Ancak Nureddin’in vefatından sonra devlet adamları baş olma sevdasıyla devleti bir kez daha parçalamanın eşiğine getirdiler. Selahaddin Eyyûbî’nin böyle bir gelişmeye fırsat verme ihtimali yoktu. Zira 36 yıldır verilen mücadele hep Kudüs içindi. Şayet bir kez daha bölünme ve parçalanma başlarsa bu kez Kudüs’ü kurtarmak bir yana elde kalan topraklar da giderdi. Bunun için birliği sağlama ve Nureddin’in hayalini gerçekleştirme ideali ona düşmüştü.

Bu defa mücadeleyi Selahaddin Eyyûbî ele aldı. 1175 yılında sultanlığını ilan etti. On yıl isyanlar, Haçlılar ve bölge emirleri ile mücadele etti. 

Bundan sonrası birliğin ve ittifakın gücünü göstermek olacaktı. Nitekim sultan Kudüs kralı Guy’un emrindeki bölgedeki müttefik Haçlı gücünü Hıttîn Savaşı’nda ağır bir bozguna uğrattı. Zaferin tarihi 4 Temmuz 1187’yi gösteriyordu. Sultan Kudüs’e girdiğinde ise (2 Ekim) sadece üç ay geçmiş bulunuyordu. Bu üç ay içinde Sûr Kalesi hariç bütün sahiller ve Kudüs Haçlılardan temizlenmişti. 

Mescid-i Aksa’ya Nureddin Mahmud Zengî’nin hazırlattığı min­beri yerleştiren büyük sultan gözyaşlarını tutamamıştı. 

Selahaddin Eyyûbî’nin bölgedeki yıldırım harekâtı neredeyse bütün Batı dünyasını harekete geçirdi. Bu defa krallar düzeyinde III. Haçlı Seferi’ni tertiplediler. Alman Fransız ve İngiliz kralları yüz binlerle ifade edilen güçlerle bir kez daha bölgeye akın ettiler. 

Batı’nın böylesine büyük güçlerle bölgeye akın etmesine rağ­men İslâm dünyasında büyük bir sessizlik hâkimdi. Selahaddin Eyyûbî’nin çağrılarına rağmen gerek halife nezdinden gerekse diğer İslâm ülkelerinden beklenen, yeterli destek gelmedi.

Tarih, Haçlı dünyasına karşı Selahaddin Eyyûbî’nin büyük mü­cadelesine kilitlenmişti. Taraflar arasında 28 Ağustos 1189’dan 1 Eylül 1192’ye kadar tam üç sene boyunca müthiş bir savaş sürdü. Akkâ’nın müthiş savunması, Selahaddin’in birlikleriyle verdiği amansız savaşlar, açlık kıtlık ve hastalıkla boğuşma mücadelenin çok yönlü ve dehşet verici safhaları olarak tarihe geçti. 

Anlaşma yapıldığında Haçlılar korkunç kayıplarına rağmen sadece Akkâ’yı alabilmenin ezikliği içinde idiler. Selahaddin Eyyûbî onları sadece askerî bakımdan değil cömertliği, alicenaplığı, şefkati, merhameti hülasa insanlığı ile de ezmişti. 

Batılılar bu harikulade cengâver sultanı çeşitli nedenlerle hiç unutmadılar. Yüzlerce yıl onunla ilgili kitaplar yazdılar hem kızdı­lar hem övdüler hem de hakkında efsaneler ürettiler. O, Hristiyan dünyasında ismi en çok bilinen Müslüman liderlerden biri oldu. Öfkelerini de hayranlıklarını da dilden dile nesilden nesile aktardılar. 

1920’de Şam Fransızların eline düştüğünde, Fransız General Henri Gouraud doğruca Sultan Selahaddin’in kabrinin başına varmış ve merhum sultanın kabrine ayağıyla birkaç defa vurduktan sonra, “Ey Saladin uyan ve gör. Bak biz geri döndük.” diye bağırmıştı. 

Bu kışkırtıcı ve kaba ifadeyi, Suriye ve Levant topraklarını işgal eden, Kudüs’ü alan İngiliz General Allenby’e atfedenler de olmuştur. Allenby de Selahaddin’i işaret etmek suretiyle, “Haçlı seferleri şimdi tamamlandı.” demişti. 

Aslında bütün bu ifadeler Selahaddin Eyyûbî’nin parlak zafer­lerinin bir bütün olarak Haçlı Batı’nın zihninde bıraktığı büyük etkinin dışa vurumudur. Selahaddin tarafından uğradıkları tarihî büyük bozgunun hafızalarına nasıl kazındığının göstergesidir. Ayrıca Batı’nın barbar zihniyetinin nasıl devam ettiğini göstermektedir ki günümüze kadar da değişmeden devam etmektedir. 

Zengilerin ve onların devamı olan Selahaddîn Eyyûbî’nin en mühim hedefi ümmeti tek çatı altında toplamaktı. Bu siyasette olduğu kadar dini itikatta da geçerli idi. Bunun için bozuk ve sapık cereyanlara karşı hasmane bir tutum sergilediler. Onlar sadece 

savaşmadılar. Bitmeyen askerî harekâtların ötesinde akıl almaz bir inşa ve ihya medeniyetini yürüttüler. Kurmuş oldukları medreseler ve hankâhlarla ilmin yayılmasına büyük gayret sarf ettiler. 

Neticede bölgede Sünnî akide tam manasıyla yerleşmiş bu sayede Müslümanlar asırlarca birlik ve beraberliğini muhafaza edebilmiştir. 

Bunun farkında olan İngilizler, Osmanlıların son dönemlerinde Türkler, Araplar ve Kürtler arasında bu birlikteliği yine bozuk itikat ve inançlar ile parça parça etmeye çalışacaktır. Sultan Alparslan, Fatih ve Selahaddin Eyyûbî’nin evlatları ancak tarihini iyi bilmek ve onların yolunu takip etmek suretiyle Batılı şer odaklarının emel­lerine sed çekebilecektir. 

İşte bu eserde İmadüddin Zengî, Nureddin Mahmud Zengî ve Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyûbî’nin destansı hayat hikâyelerini ve mükemmel şahsiyetlerini okuyacaksınız. 

Günümüz İslâm dünyasındaki bölünme parçalanma ve Haçlı dünyası karşısındaki perişanlığın çaresinin nerede olduğunu an­layacaksınız. 

Elinizdeki eserde günümüze ışık tutan o kadar çok ibret vesikası var ki... 

Elbette tarih, okuyana ve ders çıkarana fayda veriyor...

KTB Kitap: https://www.ktbkitap.com/urun/otag-v-selahaddin-eyyubi-ahmet-simsirgil

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER