• DOLAR
    41.27
  • EURO
    48.66
  • ALTIN
    4850.3
  • BIST
    10.449
  • BTC
    112074.59$
Deneme Reklam

Zikir meclisleri tembellik çağının ürünleridir...

Zikir meclisleri tembellik çağının ürünleridir...
Yaşar Nuri Öztürk’ün tercüme ettiği, Osmanlı düşmanı Seyyid Kutub’a ait İslâm-Kapitalizm Çatışması adlı kitabın 108. sayfasında şu ifadeler yer alır: ‘İslâm idaresi; sofuluk satan dervişleri, şeyhleri, şunun bunun adaklarıyla yaşasınlar diye kendi âlemlerine başıboş bırakmaz.

İslam idaresi şeyhleri başıboş bırakamaz!

Yaşar Nuri Öztürk’ün tercüme ettiği, Osmanlı düşmanı Seyyid Kutub’a ait İslâm-Kapitalizm Çatışması adlı kitabın 108. sayfasında şu ifadeler yer alır: İslâm idaresi; sofuluk satan dervişleri, şeyhleri, şunun bunun adaklarıyla yaşasınlar diye kendi âlemlerine başıboş bırakmaz. Namâzlar, duâlar kişisel olup toplumsal karaktere sahip değillerdir. Belli duâlar okumak, zikir meclisleri ve evrâd okumalar vs. tembellik çağının ürünleridir.’

Bu görüşlere verilecek cevap nedir?

Bu ibâdetlerin tamamı sahâbe efendilerimizden rivâyet edilmiştir ve asr-ı saâdet Müslümanlarının amellerindendir. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz zamanın­da Ashab-ı Suffa diye isimlendirilen zatlar bulunurlar, Allahü Teâlâ’ya gece ve gündüz namâzla, tesbîhle ve zikrullahla ibadet etmekle meşgûl olurlardı.

Sûre-i Müzzemmil, Âyet 20:

“(Resûlüm!) Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını (bazen) yarısını (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor.” dediği zümre, işte bu Ashab-ı Suffa’dır. Her konuda en güzel örnekleri şahıslarında barındıran bu insanların hâlleri; duâ, zikir meclisleri ve evrâd okumanın delîli olmuştur.

Ayrıca Allah dostu veliler ve hakiki şeyhler hiçbir zaman halkın eline bakmayıp onlardan da bir beklenti içerisine girmemiş­tir. Hatta tam tersi, en zor şartlarda halk, bu zatlara sığınmış ve bunların maddî ve mânevî yardımlarını görmüş­tür. Örneğin; Abdulkadir Geylani Hazretle­ri’nin, Bağdat’ta hâlâ açık olan dergâhında o zamandan günü­müze kadar kimsesizlerin yiyip içip barındığı, herkes tarafından bilinmektedir.

Hemen hemen her Osmanlı padişahının bir şeyhi vardı ve padişah olmalarına rağmen, o zatların önüne asla geçmezler, tarikattan istifade ederlerdi. Çağlar açan Fatih’in hocası ve İstanbul’un fethinin mânevi mimarı, Bayramiyye tarîkatı şeyhi ve Pastör’den asırlar evvel mikrobu bulan kişi Akşemseddin Hazretleri’dir. Bunun gibi dünya siyasetinin yüzde doksan beşini elinde tutan Abdulhamid Han merhum da Sâzeliyye tarîkati şeyhi Mehmed Zâfir Efendi ve Kâdiriyye tarîkati şeyhi Ebû’l-hüdâ Efendi’den feyz alarak zâhirdeki dirâyetini, mânevî bir kemâl ile de tâçlandırmıştır. Bu insanlar arkalarındaki güç sayesinde dünyaya hükmetmiş­lerdir.

Başarı ve güzelliklerle dolu, Müslümanların refah ve bol­luk yılları olan bu zamanlar, -hâşâ- bu tembel insanlar mı, tüm Dünya’ya hükmetmiştir. Tasavvuf, hangi dönemde, gerilemenin sebebi olup, ilerlemenin de önünde engel teşkil etmiştir?

Aslında tasavvuf ehli bu insanlar, tembel olmadıkları gibi aksine çok çalışkandırlar. Şöyle ki; normalde beş vakit namâz farz kılınmışken, bunlar; gece namâzı, kuşluk, işrak ve evvabin gibi nâfile namâzları fazladan yapar­lar, ayrıca namâz sonrası çekilen tesbîhatlara ilaveten günlük yüzlerce evradı vazife olarak yapıp, Allahü Teâlâ’yı da çokça zikrederler. Farz olan Ramazan orucu haricinde, pazartesi ve perşembe günleri ile muharrem ayında ve diğer günlerde herkesten fazla nâfile oruçlar tutarlar. Bunun haricinde, top­lumsal konularda da en önde bu insanlar mücadale ederler. Osmanlılar hem ibadeti fazla fazla yapmış hem de her türlü ilerlemeyi kaydetmişlerdir. Kimya ilminin kurucusu Cabir b. Hayyan, büyük mutasavvıf ve Nakşî postnişîni Cafer-i Sâdık (r.a.)’in talebesidir. Yine Câfer-i Sâdık (r.a.)’in optik ve astronomi alanlarında kendisinden sonraki bilim adamlarına ışık tutacak araştırmaları ve kuramları mevcuttur. Merak ediyoruz: Acaba, Seyyid Kutub’un “tembellik çağı” dediği; bu yeniçağ mı, yoksa eskisi mi? 

Seyyid Kutub, Osmanlı düşmanlığı hususunda da, vahhabilerle aynı çizgidedir. Çünkü, Seyyit Kutub’un fikir babalarından ve aynı o dönemin İhvan-ı Müslimin teşkilatının yöneticilerinden olan, Osmanlı’nın yıkılmasına çanak tutan Reşit Rıza’da, aynı Osmanlı ve Türk’ler aleyhinde yazdığı “el-Menar” adlı tefsirinde Araf Suresi 187. Ayet’ini yorumlarken şu ifadeleri kullanmaktadır:

“İstanbul’un gerçek fethi; orasının, Türk eşkıyalarının elinden Arap’lar tarafından kurtarılması ve yeniden fethi ile mümkün olacaktır,” diyerek sözlerine şu şekilde devam etmektedir:

“Müslüman Türk’ler İstanbul’un fethini işaret eden hadislerin Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmesiyle gerçekleştiğini iddia etmektedirler. Ancak hadislerin manası (yukarıda söylediğimiz gibi) çok açıktır (yani şehrin Türk eşkıyaların elinden alınmasıdır) demektedir.

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.