Diyanetten sorumlu eski devlet bakanı: Mehmet Aydın
Dinlerarası Diyalog’a neden ihtiyaç duyulmuştu? Bunu Dinlerarası Diyalog’un en etkili mimarlarından İskoç tarihçi, oryantalist, Anglikan papaz ve akademisyen William Montgomery Watt açıklamaktadır. O, “Modern Dünyada İslam Vahyi” adlı çalışmasında bunu şöyle ifade etmişti: “Diyaloğun şartı ‘Benim dinim son dindir’ inancından vazgeçmektir: Dinlerin karşılaştırılmasına, yani üstünlük ve aşağılık açısından herhangi bir değerlendirmeye gitmemektir. Objektif anlamda geçerli olmadığı için gerçek diyalog anlayışı, bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyi icap ettirir. Taraflardan biri ‘Benim dinim son dindir’ derse bu olmaz. Çünkü buradaki son kelimesi diğer dinlerden üstün olma veya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. Bunun için, benim dinim diğerlerinkinden daha üstündür inancının terk edilmesi gerekir.” Görülüyor ki dinde diyalogdaki maksat, “Müslümanlardaki dinî şuurun yok edilmesi”ydi. “Benim dinim son dindir, diğerleri yanlıştır” inancından vazgeçirmeyi prensip edinerek Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin de hak bir din olduğu vurgulanacaktı. Bu ise İslam’ı temelinden yıkmak anlamına gelmiyor muydu? Daha önce çeşitli platformlar eliyle yürütülen bu proje 2002 yılından itibaren açık açık ve rahat bir biçimde yürütülecekti. Zira artık Diyanetten sorumlu bakan diyaloğun asıl teorisyeni olan kişiydi. O, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski dekanı Prof. Dr. Mehmet Aydın idi. Ne zaman bir Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü toplantısı yapılsa, Mehmet Aydın her zaman orada olur ve oturumları yürütürdü. Nitekim Diyanet, 23-27 Ekim 1998 de Ankara Hilton Otelinde 2. Din Şurası tertiplediği zaman şuranın en etkili isimlerindendi. 2002 senesinden itibaren senelerce yürüteceği diyanetten sorumlu devlet bakanlığı görevine getirilmişti. Artık daha rahat bir şekilde ve ülkemizde dini hizmetleri yürütmekle vazifeli Diyanet eliyle bu işi hızlandırmaya çalışacaktı. İlahiyat Fakülteleri hocaları Projede daha aktif olarak rol alacaktı. Nitekim 23 Kasım 2003 tarihinde Alman Konrad Adenauer Vakfı‘nın, Armada otelinde düzenlediği, “Türkiye ve Avrupa’da Din, Devlet ve Toplum-Dinlerarası Barışçı bir Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller” konulu sempozyumda, “Dinlerarası Diyalog” projesinin önde gelen temsilcilerinden
Prof. Dr. Niyazi Öktem şöyle konuşmuştu:
“80’li yıllarda başlattığımız ‘Dinlerarası Diyalog’ projesinde hayli mesafe aldık. Bu konuda bize en büyük desteği Diyanet verdi. Sayın Başkan’ın gün boyu aramızda bulunması bunun en güzel ispatıdır. Sivil kuruluşlardan ise destek, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan geldi. Vakfın Onursal Başkası Fetullah Gülen Hoca bize büyük destek verdi. Bütün bunların üstünde, diyalog konusunun Türkiye’deki mimarı, öncüsü Prof. Dr. Mehmet Aydın’dır. Her birine huzurunuzda teşekkür ediyorum.”
Mehmet Aydın ilk iş olarak 1998 yılında tertiplenen 2. Din Şurasındaki tebliğleri “II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri” adıyla 1500 sahifelik iki cilt halinde kitaplaştırdı (2003) ve uygulamaya geçirtti. Bakalım bakan bey o şurada hangi fikirleri ortaya atmıştı: “Diyalog bilgi eksikliklerini giderebilir, gidermelidir. Yani herkes kendi dinini anlatsın bir defa. Hıristiyanlığı bilelim, Yahudiliği bilelim, İslamiyet’i bilelim. Sağlam bilgilere sahip olursak önemli bir başarıdır bu. Hatalarımızın büyük bir kısmı yanlış bilgilerden geliyor. Atalarımız bizi yoldan çıkarmışlar”(II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2, s. 321).
Sayın bakan dinler hakkında doğru ve eksiksiz bilgiye ancak diyalogla ulaşılabileceğini söylemektedir. Oysa bu tezin kabulü mümkün değildir. Çünkü Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında en doğru bilgileri bize en başta Allah ve Resulü yani Kur’ân ve hadisler bildirmektedir. Ancak Aydın’a göre buradan almak büyük suçtur. Nitekim bu dinler hakkındaki bilgileri Kur’ân-ı kerim ve hadis-i şeriflerden alarak kullanan atalarımız bizi yoldan çıkarmışlardır.
Peki, biz sayın bakana göre doğru Hıristiyanlık ve Yahudiliği kimden öğrenmeliydik? Bugünkü Yahudi ve Hıristiyanlardan mı? Şayet öyleyse iyi ki imdadımıza “Dinlerarası Diyalog” yetişti de onun sayesinde bizi yoldan çıkaran atalarımızın verdiği yanlış bilgilerden kurtulduk(!) Nitekim Sayın bakan dinlerarası diyaloğun şart olduğunu ifade ederken cümlesinin devamında: “Yeniden birbirimiz hakkında bilgi inşa etmemiz lazım” demektedir. Aydın’a göre öncelikle İslam âlimlerinin kitaplarındaki bilgileri yanlış veya yok sayacağız! Zira onlar, gayrimüslimler hakkında bizi yoldan mı çıkarmışlardı? Şimdi biz onlardan öğrenerek onları tanıyacaktık. Bu arada Mehmet Aydın Bey’i dinleyen din şurasındaki ilahiyatçılar nasıl bir anlayışa sahiplerdi ki susuyorlardı! Diyalogcular o günlerde kendilerini tenkit edenlere: “Müslüman olmayanlarla bir araya gelip diyalog yapmazsak İslam dinini nasıl tebliğ edeceğiz” diyerek bir taraftan da saf Müslümanları aldatma gayretindeydiler. Oysa işin aslı öyle değildi. Bakınız Sayın Aydın, diyalog toplantılarında İslam’ı tebliğ etmek düşüncesinde olanlar hakkında şöyle diyordu: “Bazı Müslüman kardeşlerimiz diyordu ki, ‘Yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara, Allah belki hidayetini gösterir.’ Yani adam aslında Müslümanlaştırmak için gelmiş. Bu diyalog değil.” (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.332) Demek ki diyalog taraftarlarının “Müslüman olmayanlarla bir araya gelip, diyalog yapmazsak İslam dinini nasıl tebliğ edeceğiz” demeleri gerçeği yansıtmıyordu. Aynı anlayış devrin Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu tarafından da dile getiriliyordu: Hâlâ Kuramer gibi bir kurumu yöneten Ali Bardakoğlu, 2004 yılında Habertürk’te açıklamalarda bulunurken ılımlı ve hoşgörülü İslam anlayışını aynen Mehmet Aydın gibi şöyle özetlemişti: “Müslümanların İslamlaştırma, Hıristiyanların da Hıristiyanlaştırma politikalarını izlememelerinin adıdır.”(3.4.2004, Habertürk).
Müslümanın, Hıristiyan ve Yahudilerle bu manada bir derdi de yoktu. Müslümanlar onların peygamberlerine ve bütün peygamberlere ve onların bozulmamış haliyle kitaplarına ve diğer semavi kitaplara iman ediyordu. Peki, Muhammed Aleyhisselama ve Kur’ân-ı kerime inanmayan bir insanla dinlerarası diyalog geliştirmek nasıl bir şeydi? Orada Müslümanların din adına ne işi olabilir demek ilahiyatçılarımızın aklına neden gelmiyordu? Ayrıca Aydın, “Bu diyalog değil” demekle kalmıyor, diyalog toplantısına bu düşünceyle giden Müslümanları da en ağır bir şekilde suçluyordu: “İşin ucunda din değiştirmek, bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu bir din mensubuna yapılacaken dinsizce bir harekettir. Dinsizce diyorum, çünkü bunu hiçbir din kabul etmez.” Buyurun. Mehmet Aydın, İslam’ı tebliğ etmeye kalkışanları bir de dinsizlikle suçlamaktaydı. Dinlerarası diyalog vasıtasıyla yurt dışında açılan okullarda neden İslam’ı seçen bir kişinin olmadığı bundan anlaşılmalıdır. Aydın’a göre atalarımız, dini tebliğ etmek noktasında da bizleri kandırmışlardı demek ki! Bir Müslümanın vazifesi zaten dinini başkasına anlatmak yani tebliğ etmek değil midir? Bu farzı yerine getirmek ne zamandan beri dinsizlik olmuştu? Öte yandan Aydın, Müslüman olmayan ve farklı dinlere mensup olan insanları ebedi felakette görmüyor ve onlar hakkında şöyle diyordu: “Allah farklılıktan rahatsız olmuyor.” (II. Din Şurası Tebliğve Müzakereleri c.2 s.331).
Haşa Hazreti Allah için rahatlamak veya rahatsız olmak gibi kelimeler kullanılır mı hiç? Ama Aydın için, kullanılıp kullanılmaması mühim değil. Diğer taraftan insanların farklı dinlere mensup olmalarının Allah indinde mahzuru yoktur demektedir. Yani Allah hepsinden razıdır. Müslüman olmasının zaten bir gereği yoktur otur oturduğunyerde diyor Mehmet Aydın!
Muhtemelen bu sebepledir ki Mehmet Aydın, Avrupa’yı gezdiğinde kiliselere gitmekten büyük zevk duymakta ve rahatlamaktaydı. Bu konuda şöyle diyordu: “Ben Avrupa’da kiliselere çok giderim.”, “Kilisede büyük zevk duyuyorum” ( II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.375).
Hatta “Kur’ân-ı kerim tarihseldir, yüzde kırkı değiştirilmeli veya çıkarılmalıdır” deme cüretinde dahi bulunmuştu.
Akıl almaz uygulamalar!
Diyalog adı altında İslam dinine ve Sevgili Peygamberimize karşı girişilen büyük ihanete karşı durması gereken ilahiyatçılar neredeydi? Onlar bırakın bu büyük ihanetin karşısında durmayı kendisinden bir emir alabilmek veya üniversitelerde rektör, dekan olabilmek için Pensilvanya’ya selam durmaya gidiyorlardı. Ancak sihirli hizmet kelimesi nasıl bir şey ise, bütün ihanetlerin üstünü örtüyordu. Neye hizmet olduğuna ise hiç dikkat eden yoktu. Mesela, Türkiye dışındaki okullarında mescit olmaması neyin işaretiydi? Anadolu’dan karın tokluğuna hizmet sevdasıyla yola çıkan havarileri namazlarını nerede kılıyorlardı? Neden namaz kıldıklarını göstermekten çekiniyorlardı? Hani diyalog ve hoşgörü vardı? Hoşgörü denen şey sadece Hıristiyanlara mı yönelikti? Kurbanların kesilmediği dile getiriliyor bunu herkes biliyor fakat yine de bütün kurbanlar oraya akıyordu. Milletin yıllarca oraya kestirdiği veya kestirdiğini zannettiği kurbanlarını şimdi bir kere daha düşünmesi gerekecekti. Yine 2003 yılından itibaren önce “Yabancılar Türkçe Yarışması” ve daha sonra “Uluslararası Türkçe Olimpiyatları” denilen yarışma başlatılacaktı. 4. Türkçe Olimpiyatlarının finalinde “Bütün dinler buluşuyor, biz hepimiz kardeşiz” mesajıyla “Bütün müminler kardeştir” düsturu yıkılacaktı. Hizmetin görüntüsünü yansıtan bu yarışmalarda dünyanın her yerinden kız ve erkek öğrencilerin şarkılarını millete gözyaşları içinde izlettirmeye başlamışlardı. Belki de ömründe bir kere şarkı türkü dinlemek için salonlara gitmemiş insanlar, Türkçe şarkı söyleyenler İsrailli, Amerikalı, Gürcistanlı olunca zevkten kendinden geçer olmuşlardı. Final bölümünde en önde oturan Bülent Arınç Moldovyalı kız şarkı söylerken gözünden yaşlar gelirdi. Ertesi gün talebelerime bu konuyu ifade ederken: “Be adam elin Moldovyalısını ne dinleyip ağlıyorsun? Git Yıldız Tilbe’yi dinle de ağla, hiç olmazsa Yıldız Tilbe bizden biri, mert kadın, damardan söyler, daha iyi ağlatır” derdim. Söylediği şarkıdan başka tek kelime Türkçe bilmeyen bu gençler, nedense bizim insanımızı ağlatmaya yetiyordu. Sanki hafız-ı kurra dinliyor gibi vecde geliyorlardı. Bu müzik işi o hale getirilecekti ki Peygamber efendimizin doğum günü dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katılımıyla Mevlit Kantat Promiyerine dönüştürülecekti
Nihayet sıra camilere müdahaleye gelmişti. Hutbelerde “Allah indinde tek din İslam’dır” ayetine okunma yasağı getirildi (2006). Skandal düzenleme Din İşleri Yüksek Kurulu’nun hazırladığı yeni “Hutbe Değerlendirme Kılavuzu” ile ortaya çıktı. Bütün müftülüklere gönderilen ve hutbe dualarının yeniden düzenlenmesine ilişkin kararları içeren kılavuzda, bugüne kadar her Cuma namazından okunan Ali İmran sûresi 19. Ayetine yani “Allah indinde tek din İslam’dır” ayetine yer verilmemişti. Yeni düzenleme doğrultusunda artık imamlar Cuma Hutbelerinde söz konusu ayeti okuyamayacaklardı. Kılavuzda bu ayetin yerine “Tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir” Hadis-i Şerif ’inin okunacağına vurgu yapılıyordu. Ayetten AB ve ABD ülkelerinin yetkililerinin rahatsız olduğu dile getiriliyordu. Eski ABD Büyükelçisi Eric Edelman, Diyanetten sorumlu Bakan Mehmet Aydın’a bir mektup yazıp, söz konusu ayetin hutbeden çıkarılmasını istemişti. Bu durum tam manasıyla skandaldı. Ekonomi ve dış politikadaki etkilerinden sonra artık ABD, camilerdeki hutbede okunacak ayetlere de mi karışacaktı? Camilerde okunan ayetten Edelman’ın nereden haberi oluyordu? Onu tahrik edip yönlendiren mektup yazdıran birileri mi vardı? Yoksa birileri Edelman’lık mı yapıyordu? Nitekim onun adına yazılan veya yazdırılan bu mektuptan sonra yeni dönemde bu ayet hutbelerden çıkarılacaktı. Hutbelerin tek tipe çevrilmesinin nedeni de bu mu idi? Hiç sorgulanamadı. Ancak uzun süre devam eden bu uygulamanın basında da şiddetli eleştirilere sebep olması karşısında bir müddetgeri durulacaktı. Camilere müdahaleler son bulmuyordu. Çok geçmeden bu defa camiler sıralarla doldurulmaya başlandı. Sanki Türkiye bir haftada kötürüm olmuştu. Camiler kiliseleştirilmeye başlanmıştı.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.