(MEHMET GÖRMEZ TARAFINDAN ESERLERİ YAYINLANAN MUSA CARULLAH’A AİT KİTAPLARDAKİ HEZEYANLAR)
1-GENEL OLARAK
Musa Carullah, 1875’te Rusya’da doğmuş. Rus teknik Lisesi’ni okumuş. Buhara’da İslami ilimler, felsefe, matematik ve astronomi tahsil etmiş. Filozoflardan Decartes ve Bacon’u mütalaa etmiş. Daha sonra tahsil amaçlı İstanbul’a ve oradan Kahire’ye gitmiş. Mısır’da Muhammed Abduh’a öğrenci olmuş. Arkasından Hicaz, Hindistan ve tekrar Mısır’a, buradan Beyrut ve Şam’a yolculuk yapmış. Memlekete döndüğünde Rus Hukuk Fakültesine girmiş. 1906’larda radikal modernist gazetelerde yazı yazmış, sonra kendisi gazete kurmuştur. Bir süre sonra Orenburg Üniversitesine Arapça ve Dinler Tarihi hocası olmuş. Burada, “müşrikler dahil kimsenin cehennemde ebedi kalmayacağı” fikrini ileri sürünce, Müslüman alimler ve üniversitenin tepkisini çekmiş. Daha sonra Petesburg’a giderek yayıncılığa ağırlık vermiş. İslam’da kadın Hakları konusunda sunduğu bir tebliğ, İslam âlimlerinden büyük tepki toplamış. Osmanlı âlimleri tarafından büyük tenkide uğradığı için onlarla arası açılmış ve bu yüzden Türkiye’de barınamamış.
1920’lerde “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Müracaat” adlı eserini Mustafa Kemal’e sunmuş.[1] 1925’li yıllarda Ankara’da İsmet İnönü ile de görüşmüş. Türkiye’den sonraki seyri, sırasıyla Berlin, Tahran, Bağdat, İstanbul, Ankara, Kahire, Hindistan, Japonya, Afganistan, Delhi, Kahire, İstanbul ve Kahire. Kahire’de 1949’da ölmüştür.[2]
Musa Carullah’ın fikirlerini Türkiye’de, “Musa Carullah Bigiyef” adlı kitabıyla Mehmet Görmez tanıtmıştır. Bu çalışmasının yanı sıra Mehmet Görmez, Carullah’a ait bazı kitapları yayına hazırlamak veya tercüme etmek suretiyle yayınlanmasına vesile olmuştur.[3] Yayınladığı kitap ve makalelerinde Görmez, Musa Carullah’tan sitayişle alıntılar yapmaktadır. Mehmet Görmez’in kendi ifadelerinden, iyi bir Musa Carullah Bigiyef hayranı olduğu anlaşılmaktadır.[4] Musa Carullah’ın “İslam’ın Elifbâ’sı” adlı eserini ise, İbrahim Maraş, Seyfettin Erşahin’in yayına hazırladıklarını görüyoruz. [5]
Musa Carullah, hayatında ve eserlerinde, İslam dünyasının fikri ve içtimai yönden kalkınması yolunda çaba sarf ettiği görünümü vermişse de fikirleri İslam âlimleri üzerinde büyük şüphe uyandırmıştır. Yukarıda sözü edilen kitaplardan incelediğimiz kadarıyla Musa Carullah’ın, gizli bir şekilde dini dejenerasyon hedeflediği anlaşılmaktadır. Fikirlerinde pek çok çelişki göze çarpmaktadır. Kendisini, iyi niyetliymiş gibi algılatacak kadar sinsi bir üsluba sahip olduğunu görüyoruz.
Zararlı düşüncelerini açıklıkla dile getirmeyip doğru bilinenleri kabul eder bir görüntü içerisinde zehrini sunduğundan dolayı Musa Carullah’ın, Fazlurrrahman’dan daha tehlikeli olduğu kanaatindeyiz.
2- MUSA CARULLAH’IN ESERLERİNDEN BİR ÖRNEK!
Yukarıda bahsettiğimiz, Mehmet Görmez tarafından tercüme edilip Ankara Okulu tarafından yayınlanan “Kitabu’s-Sünne” isimli kitabını Hindistan’daki “Kurâniyyûn” akımına karşı sünneti savunmak amacıyla yazdığını söylemektedir. Kitapta içerik olarak sözde şer’î delilleri incelemektedir. İlk bakışta İslami ilimlerde bilinen makbul bilgileri veriyor görüntüsü göze çarpmaktadır. Bölüm başlarında ve sonuçta yer alan bilgiler, içerik olarak oldukça cazip, doğru ve masum bir görüntüdedir. Ancak konuları öyle bir incelemektedir ki, adeta katlı pasta gibi, kitapta baştan sona, doğru bilgiler arasında gizli zehrini kusmaktadır. İnancında samimi, dini hamiyetli, büyük ve erdemli bir alim görüntüsü altında çok sayıda ayet-i kerime tahrif edilerek İslam itikat ve esaslarına aykırı düşünce ve bilgiler verilmektedir. Bazen samimi olduğuna dair yemin bile edebilmektedir.
Musa Carullah’ın “Kitabu’s-Sünne” adlı kitabında, şer’î delilleri tanıtma ve savunma görüntüsü altında, İslami ilimlerde bildiğimiz şer’î delilleri çeşitli fasit yorumlarla sulandırarak bertaraf etmeyi amaçladığı görülmektedir. Bu bağlamda Carullah, büyük bir bilgelik havası içerisinde yer yer abuk sabuk yeni deliller sokuşturmakta, bilinen asli ve fer’î delilleri de keyfince yorumlara tabi tutmaktadır. Bunu yaparken de en çok ayet-i kerimeleri tahrif etmektedir. Kitabı okuyup anlamak ise oldukça zordur. Tercüme olarak piyasaya sürülmüş kitabın basım kalitesi ve mizanpajı da oldukça kötü. Yazı puntosu küçük ve yazı rengi soluk. Görmez tarafından hazırlanan uzun dipnotlar 8 (sekiz) punto olsa gerek. Metin kısmındaki çoğu ayetler de aynı puntoda ve italik yazı biçiminde. Bu özellikleriyle kitap, oldukça sıkıcı ve okuması yorucu. Belli bir gayeniz veya göreviniz gereği değilse, ilk bakışta bu haliyle kitabı okumaktan imtina edersiniz.
Neden böyle derseniz?
Çünkü bu tür kitaplar halk için yazılmış kitaplar değildir. Esasen bu tür kitaplar, İlahiyat Fakültesi öğrencileri için yazılmış, genç beyinleri sarsacak kitaplar. Bu fikirlerin savunucusu Teologlar, bir şekilde bunları öğrencinin okumasını sağlıyorlar. İlahiyatlara gelen çoğu öğrenci henüz hiçbir dini altyapısı olmadan, usul ilimlerini de öğrenmeden bu kitaplarla karşılaşıyor. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse, Fazlurrahman’ın bir fikrini kaynağından görmek için, elimde bulunmayan bir kitabını satın almaya gittiğimde “kitapçı”, o kitapların elinde kalmadığını, kısa bir süre önce tamamının satıldığını söyledi. Neden diye sorduğumda, o kitabın Ankara ilahiyatta ders kitabı olarak okutulduğunu söyledi.
3- MUSA CUARULLAH’IN FİKİRLERİNDEN ÖRNEKLER
Mehmet Görmez tarafından tercüme edilen veya yayına hazırlanan Carullah’a ait kitaplardan elde edilen bazı fikir ve söylemleri şöyledir:
- Musa Carullah, Diğer Dinlerin Yol Gösterici Olduğu Görüşündedir
Musa Carullah, diğer din ve inançlara hoşgörüyle bakılması ve insanların cehennem ateşinde sonsuza kadar yanmayacağı görüşünü savunmaktadır.[6] Müslümanın başka toplumlara karşı her halükârda teslimiyet duygusu içerisinde olması gerektiğini öğütlemektedir. Bu husustaki ifadeleri şöyledir:
“İslam toplumu hiçbir topluma hiçbir zaman düşman olmaz.”[7]
“Her zaman her devletin kanunlarına uymak herkesin büyük bir görevidir.”[8]
“Kanunların birini yıkmak veya terk etmek için bile hile, hiçbir zaman caiz olmaz. Hile yapacak kişi, Allah’a, Rasülü’ne ve Kitabına savaş açmış olur.”[9]
“Asıl zararlı ve yasak olan şey düşmanlıktır. Bütün ümmetin yapması gereken ilk şey her türlü düşmanlığı ortadan kaldırmaktır…”[10]
“Alınması gereken ilk tedbir hürriyet ve saygıya bağlı kalarak kalpleri birbirine ısındırmaktır. Herkes hür ve herkes saygıya değer kabul edilmelidir. Bu prensip başta yerleşirse daha sonra her şey kolaylaşacaktır.”[11]
Bu ifadelere göre Müslüman daima hümanist,[12] kendisine haçlı seferi ilan edilse de karşıdakine iyimser ve saygılı olacaktır. Kanaatimizce bu ifadelerde güdülen gaye, kendisine karşı tertiplenen tuzaklara karşı Müslüman toplumu uyuşturmak ve böylece karşıdakilerin, sinsi plan ve tuzaklarını rahatça gerçekleştirebilmelerine zemin hazırlamaktır.
Musa Carullah, İslam hak mezheplerini, kelam, fıkıh ve fıkıh usülü ulemasını adeta İslam düşmanı kabul edecek kadar zararlı addetmektedir.[13] Buna karşı Carullah, fikir ve düşünce ayrılıklarıyla farklı örf, adet ve yaşam tarzlarını ise rahmet ve genişlik olarak telakki etmektedir.[14] Bununla kastettiği, diğer dinlere karşı hoşgörüdür.
Musa Carullah, çoğu fırsatta bu günkü şekliyle İslamiyet dışındaki dinlerin doğruluğuna ve yol göstericiliğine işaret etmektedir. Bu hususta, Nisâ Sûresi’nin 26. Ayetinin anlamını[15] saptırarak şöyle demektedir:
“Bu ayette Allah’ın bizden öncekilerin hakikate uygun sünnetlerine uymamızı istediğini görmekteyiz. Şayet İslam Ümmeti’nin kadim milletlerin sünnetlerine tabi olması, onları kendine rehber edinmesi, ilahi iradeye uygun görülmüş ve İslam tarafından meşru kabul edilmişse, Kur’an-ı Kerim açıkça ümmeti böyle bir şeye davet ediyor ve kadim ümmetlerin iyi sünnetlerini delil olarak görüyorsa, Kur’an’ı bize getiren Hz. Peygamber’in sünnetlerini, böyle bir haktan kim mahrum edebilir?”[16]
Halbuki söz konusu ayet-i kerimedeki “sünene’l-lezîne min kabliküm” ifadesinde kastedilen, sâlihlerin ve nebilerin yoludur.[17] Ayet, “müminleri, sâlihlerin yoluna ulaştırmaktan” söz etmektedir. Fakat Carullah, güya sünnet’in delil oluşunu anlatmak için yukarıdaki sokuşturmayı yapmaktadır.
Musa Carullah, İslam sosyal şeriatını tanıtmak[18] için bütün dinlerin, önceki milletlerin bütün kanunlarının, günümüz medeniyetinin bütün sistemlerinin tamamıyla kucaklanması gerektiğinden de söz etmektedir.[19]
Carullah, aşırı bir şekilde tahrif ettiği Âraf Suresi’nin 28. Ayetindeki “âbâ’enâ”[20] (babalarımızı) kelimesinden de diğer dinlerin meşruiyetine kapı aralamaktadır. Bu konuda şöyle demektedir:
“Eski ümmetlerin dinî literatürlerinde ‘baba’ kelimesi muallim ve peygamberler için kullanılmıştır. Bu sebeple ‘Allah da bize bunu emretti’ demişlerdir. Kur’an-ı Kerim bâtıl sünnetleri reddettiği için, ‘Allah kötülüğü emretmez’ diyerek onların bu düşüncelerini reddetmiştir. Aynı ayette doğru, iyi (salih) sünnetleri kabul söz konusudur. İslam, toplumsal bir fesâda ve batıl bir inanışa yol açmadıkça, her ümmeti kendi kadim örf ve âdetleri ve milli sünnetleri (süneni’l- kavmiyye) üzerinde serbest bırakmıştır.”[21]
Mehmet Görmez de Musa Carullah’ın, bazı gerekçeler dolayısıyla bu fikirlerinde haklı olduğunu ifade etmektedir.[22] Musa Carullah ve benzerlerinin, İslam âlimlerine ve İslami kaynaklara hoşgörüleri yok; ama diğer dinlere ve inançlara karşı hoşgörüleri sonsuz!
Halbuki, ayet-i kerimenin sevk ediliş kastıyla (nassı) hiçbir ilişkisi olmadığı halde Carullah, ayette geçen “kul inne’l-lâhe lâ ye’müru bi’l-fahşâ / De ki: Allah çirkinliği emretmez!”[23] ibaresinden, diğer dinlerin bu günkü yaşam tarzının iyi sünnet olduğu sonucunu çıkarıyor. Halbuki Allah Teâlâ İslamiyet’i, bu dinler bozulduğu için göndermiş ve bu surette önceki dinlerin hükmünü de yürürlükten kaldırmıştır. Sünnet veya hayat tarzı aranacaksa İslamiyet kâfidir, İslam’dan başka bir hayat tarzı da Allah tarafından kabul edilmez.[24] İslamiyet’in yanına diğer geçmiş milletlerin/dinlerin sünnetlerini sokuşturmak, tam anlamıyla bir çarpıtma ve saptırmadır. Geçmiş şeriatlara ait uygulamaların İslamiyet’teki hükmü ise bellidir. İslamiyet, kısas ve oruçta olduğu gibi, o hükümlerden bazılarını onayladığını veya akmış kan ve ölü hayvan etinin yenmesinin haramlığında olduğu gibi bazılarını da reddettiğini bildirir. Önceki dinlerle ilgili İslamiyet’in onayladığı hükümler, İslamiyet’in kendi hükümleridir, bu hükümler önceki dinlerin kabulü anlamına gelmez. Bunun dışında önceki şeriatlardan dini hüküm veya yaşantı aramak, İslamiyet’e alternatif aramak anlamına gelir ki böyle bir düşünce kesin olarak reddedilmiştir.[25]
Bilindiği gibi kâfir olarak dünyadan ayrılanların kesinlikle ebedi cehennemde oldukları gerçeği çok sayıda ayet ve hadisle sabittir. Kur’an-ı Kerim, “Deve iğne deliğine girinceye kadar kâfirlerin cennete giremeyeceğini” (kâfirlerin cehennemde ebedi kalacaklarını) bildirmektedir.[26] Diğer bir ayeti kerime ise, “kâfirler, yeryüzü dolusu altını cehennemden kurtulmak karşılığında verseler bile bu teklifin kabul edilmeyeceğini” haber vermektedir.[27]
Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim, “Peygamber Efendimiz’e indirilen İslam Dini dışında bir din arayanlardan, asla hiçbir şeyin kabul edilmeyeceğini ve bu kimselerin Ahirette hüsrana uğrayacaklarını”[28], bildirmektedir. -Semavî olsun beşerî olsun- Hazreti Peygamberimiz’e indirilen din dışındaki herhangi bir dine intisap edenlerin “kâfirler” oldukları da Kur’an’da çok yerde zikredilmiştir.[29]
Ve Bir Not:
Bu çalışma sırasında Diyanet’in 2006 baskılı (12.baskı) Kur’an-ı Kerim mealinin fihristinden, “teslis” ve “üçlü teslis” kavramlarını aradık, bulamadık. Belki “Hıristiyanlar” kavramında aradığımız ayet numaraları verilmiştir diye düşündük. Ancak gördük ki, “Hristiyanlar” maddesinde, “Hristiyanların teslis inançları dolayısıyla kâfir olduklarını” açıkça haber veren ayetlerin (Maide, 5/17 ve 73) numaralarının fihriste alınmadığını gördük. Önceki ve sonraki baskılarda var mı bilmiyoruz. 2006 yılında M. Görmez, Dini yayınlardan sorumlu Başkan Yardımcısı’dır.
- b) Musa Carullah Pek Çok Yerde Tevrat’ın ve Yahudiliğin Gizli Propagandasını Yapmaktadır
Musa Carullah, “İslam’ın Elifbâ’sı” adlı kitabında, “Yahudilerin Tevratlarına, şeriatlarına, tabiatlarına ve tarihlerine Kur’an-ı Kerim büyük önem vermiştir. (…) Müslümanlar, her namazın son oturuşunda Yahudilere dua eder”[30]
Musa Carullah, Yahudiliğin değişmez, İslamiyet’in ise topluma ve çağa göre değişebilir(!) olduğunu söylüyor. Şöyle ki:
“İlahi bir din, Yahudilik gibi, milli bir nitelikte olursa, dinin kendisine geldiği kavmin örf ve adetlerini dinî birer sünnet olarak kabul etmek mümkün olabilir. Ancak söz konusu olan din, bütün insanlığa gelmiş evrensel bir din ise (İslamiyet gibi) herhangi bir kavmin adetlerini sünnet kategorisinde değerlendirmek asla mümkün olmaz. Zira toplumların tabiatları, seciyeleri, örf ve adetleri farklılık arz edecektir. ‘Herkes kendi mizaç ve meşrebine göre amel edecektir’.”[31]
Bu sözler akılcılığın ve keyfiliğin tipik bir örneğidir. Asıl önemlisi, yürürlükten kaldırılmış muharref bir din olan Yahudiliğin değişmez bir din olarak, İslamiyet’in ise topluma göre değişebilir bir din olarak gösterilmesidir. Bu sözlerdeki asıl maksadın, Dinimizi yozlaştırmak olduğu düşüncesindeyiz.
- c) Musa Carullah Sünnet’i Savunmak İçin Yazdığı Kitapta, Sünnet Dahil Bütün Şer’î Delilleri Bozma Çabası İçerisindedir
Sözde, sünnet’i savunmak için yazdığı “Kitabu’s-Sünne”de[32] Musa Carullah, sünnet hakkında son derece çarpık fikirler ileri sürmektedir. Bu hususta söylediklerinden örnekler:
“Şüphesiz bütün ümmetler, bilge (hekim), büyük insanların ve peygamberlerin yaşamları süresince söyledikleri ve yaptıklarını kutsal, toplumsal birer sünnet olarak addetmiş ve bu sünnetler her türlü işlerinde onlara rehberlik etmiştir. Bu husus toplumların yapısında hiç kimsenin inkâr edemediği ve aklı başında hiç kimsenin de inkâr edemeyeceği fıtrî/tabii bir durumdur. Hiç kimse Hatemu’l-Enbiya Hz. Muhammed’i bu bilge kimselere, büyük insanlara ve bütün peygamberlere verilen böylesi bir şereften istisna edemez.”[33]
Bu ifadelere göre, Hz. Peygamber (s.a.v.), toplumsal sünnet sahibi diğer bilge ve filozoflar gibi(!) kutsal olmayı ve rehberliği hak etmektedir. Peygamber Efendimiz’in sünnetine uymanın meşruluğuna delil olarak Carullah, bilge ve filozofları gösteriyor. Onların sünneti varsa, Hz. Peygamber’in niye olmasın, diyor ve bu surette güya sünnet’i savunmuş oluyor(!).
Şimdi de şu ifadelerine bakalım:
“Allah Teâla bütün peygamberlerin en basit hallerini dahi sonra gelen herkese (örnek kılmış) ve onlara (sürekli anılacak) bir ün kazandırmıştır.”[34]
İfadeye göre, önceki bütün peygamberlerin en basit halleri, sonra gelen herkese örnek ve sünnet oluyor(!). Bu durumda Carullah’ın sünnet anlayışına göre, bu günkü Tevrat ve İncil’de anlatılanlar da bize örnek(!) demektir. Bu ifadelerle Carullah’ın asıl anlatmak istediği de budur, zaten.
Filozofların, bilgelerin ve her peygamberin en basit halinin sünnet olduğunu belirten Carullah’ın; bunun karşısında, “her hadisin sünnet olmayacağını” belirtmesi, O’nun maksatlılığını ortaya koyan çok önemli işaretlerden biridir.[35]
Musa Carullah, peygamberler gönderilmeden de insanların akıl yoluyla şeriat ilkelerine ulaşabileceklerini savunmaktadır. Çünkü insan, Kur’an indirilmeden önce de açık bir “beyyine” üzere olup Şeytan’dan uzak olabiliyormuş(!). Gelen kitap, insanın sadece aklında ve kalbinde olanı teyid etmiş oluyormuş(!) …[36]
Sözde “Kur’an İslamı”na karşı çıkmak için hazırlanmış bu kitap, zihinleri karmakarışık edecek sakıncalı açıklamalarla doludur. Bunlardan birkaç örnek şöyledir:
- ca) Musa Carullah’a Göre Sünnet Kur’an’ı Değil, Kur’an Sünnet’i Açıklayıcıdır
Bilindiği gibi sünnet, dini hükümler için Kur’an’dan sonra gelen ikinci ana kaynaktır. Kur’an’daki hükümlerin açıklaması, uygulaması ve bazen de Kur’an’da bulunmayan hükümler için sünnet’e bakılır. Makbul sünnet, ibadet, muâmelat ve ukubatta delil teşkil eder. İtikâdi konularda yalnızca mütevatir ve sahih meşhur sünnet delil olur. Haram helalı ortaya koyma konusunda Kur’an’la sahih sünnet arasında fark yoktur.
İslami literatürdeki bu bilinenlerin aksine Musa Carullah, sünnet’i birinci ana kaynak, Kur’an’ı ise, sünnet’i te’yid ve tespit eden ikinci kaynak olarak göstermektedir. Bu iddiasını ispatlamak için de bütün şer’î hükümlerde önce sünnet’in varid olduğunu, sonra Kur’an’ın bunları tespit ettiğini ileri sürmektedir.[37] Carullah’ın, burada sünnet’ten kastettiğinin, “yaşayan sünnet”, yani toplumun yaşadığı dini hayat olduğunu da göz ardı etmeyelim…
Carullah’ın bu görüşü, Kur’an ve Sünnet’e aykırı olduğu gibi, tarihe ve sahih bilgiye de aykırıdır. Musa Carullah’ın iddiasıyla, yukarıda ne denli yanlış olduğunu izah ettiğimiz “Kur’an İslamı” saçmalığına kapı aralanabilir. Musa Carullah’ın dediği gibi Sünnet, asıl kabul edilirse, “şu hadis zayıf, bu uydurma, bunlar da tarihsel” yorumlarıyla önce Sünnet yok edilir. Carullah’a göre Sünnet asıl olduğuna göre, bu durumda asıl yok edilmiş olmakla, fer’ kabul edilen Kur’an’ın bina edileceği bir temel de ortadan kaldırılmış olur. Sonuçta, temeli bulunmayan Kur’an da kendiliğinden münfesih olur.
Nitekim Musa Carullah, “Hz. Peygamber’in bazı uygulamalarının dini tebliğ amacıyla değil, Arap örf ve adetleri gereği ortaya çıktığını” belirtmektedir. Devamında ise Carullah, “İslam genişliği gereği, her ümmeti kendi tabiatı ve âdeti üzerinde serbest bırakmıştır. Hiçbir ümmete başka bir ümmetin adetlerini dayatmamıştır”[38] demektedir.
Bu takdirde Dinimizin evrenselliği ve hayatı tanzime yönelik hükümleri nerde kalır ki? Her toplum tabiatı ve âdeti üzere serbest kalsaydı, Peygamber Efendimiz’in hiçbir mücadelesi olmaz ve o günkü Arap toplumu kendi örf adetine göre yaşardı. Carullah’ın bu fikrindeki asıl maksat, ona göre Araplara inmiş olan “İslam Dini”nin, başka kavimler hakkında geçersiz olduğu düşüncesine kapı aralamaktır.
- cb) Musa Carullah’a Göre Akla Uymayan Hadisler Uydurmadır
Musa Carullah, sadece akla uymayan değil, Kur’an’a, fıtrata, tarihi hakikatlere, makam ve karineye uymayan hadislerin de uydurma olduğunu söylemektedir.[39]
Bu şartlardan herhangi birine uymayan hadisler uydurmadır denirse, dini literatürde hadis kalmaz. En masum gibi görünen şarttan -Hadis’in Kur’an’a uygun olması- şartının nerelere götüreceği konusuna bir örnek verelim: Bir kadının halası veya teyzesiyle birlikte aynı anda bir erkeğin eşleri olarak bulunması dinen haramdır. Bu hüküm Kur’an’da yoktur, sünnet’in ortaya koyduğu bir hükümdür. Aynı şekilde yeminle hüküm vermek, âkileye diyet, ninenin mirası, yırtıcı kuşların etinin haram olması gibi şer’î hükümler de sünnet’in müstakil olarak koyduğu ve Kur’an’da yer almayan hükümlerdir.[40]
“Kur’an’a uymayan hadis uydurmadır” genellemesi yapılırsa, hadislere karşı ciddi bir suiistimalin önü açılmış olur. Temelde sünnet, hiçbir zaman Kur’an’a aykırı düşmez. Bu bakımdan din; akılla, mantıkla, tarihle, fıtratla vb. şeylerle değil, vahiyle belirlenir. Bunun da kaynağı Allah ve Rasülü’dür. İkisi birbirinden ayrılamaz. Aksi halde “hevâ”ya dayalı beşerî bir din ortaya çıkar.
Musa Carullah, başka bir eserinde akıl hakkında şöyle demektedir:
“Hikmet sahibi bir alim için, istikamet üzere olan bir akıl, her şeyin ölçüsüdür.”[41]
Bu ölçü tam bir ölçüsüzlük örneği ve ciddi bir saptırma kuramından başka bir şey değildir. Zira, âlim kimdir? Hikmet sahibi âlim kimdir? İstikamet sahibi akıl nasıl bilinir? Bütün bunlar, soyut ve belirsiz kabullerden ibarettir. Böyle bir kurgu ile vahyin bağlayıcılığından sıyrılmanın ve hevâlara uygun bir din tesis etmenin yolu açılmış olur.
Doğruyu veya hakikati tespitte aklın temel kabul edilmesi halinde, birkaç kitap ya da sıradan bir Kur’an meali okuyan kimsenin, “ben hikmet sahibi bir âlimim, aklımla dinde her türlü hükmü koyabilirim” demesi halinde kendisine itirazda bulunulamaz. Bu durum, Musa Carullah’ın yukarıda belirtilen “herkese fikir hürriyeti ve içtihad yetkisi verilmeli” düşüncesiyle de uygunluk arz etmektedir.
- cc) Musa Carullah’a Göre Akıl Dinde Asıldır ve Birinci Kaynaktır
Carullah’a göre akıl, dinin birinci kaynağıdır.[42] O’na göre her akıl bir “nebi”dir.[43] Carullah’ın bu görüşlerine göre aklın, dinin kaynağı yerine konduğu, dolayısıyla şâri’ makamına oturtulduğu açıktır. Akıl ve şeriat ilişkisiyle alakalı olarak Carullah şunları söylemektedir:
“Hür akıl mizan-ı hakikattır. Hakikatın haklılığı vezn-i akıl ile sabit olur. Aklın terazisine hafif gelen şey, hakikat pazarında rayiç bulmaz. Menkul’un sıhhati için sarih akla mutabakat zaruridir. Sahih menkul daima sarih mâkula mutabık olur. Sarih mâkula ters düşen menkul, hiçbir vakit sahih olmaz.”[44]
Burada “menkul”, nakledilen anlamına, “nakli delil” demektir. Nakli delil vahiydir. O da Kur’an ve sünnet’tir. Bu ifadelere göre, akla uygun olmayan hiçbir dini delil ve hüküm kabul edilmeyecektir(!). Bu da doğrudan rasyonalizm/akılcılık demektir. Görüldüğü gibi Carullah’a göre akıl, her hakikatin terazisidir. Ona göre hakikatin haklılığı, aklın terazisi ile sabit olur. Akıl terazisinde hafif gelenler, hakikat pazarında değer bulmaz. Menkul’un (naklî delilin) doğru kabul edilebilmesi için, açık akla uygun olması zorunludur. Ona göre, akla uymayan menkul (naklî delil) hiçbir zaman sahih olmaz(!)[45]
Halbuki insan aklı, Allah’ın irade ve düşüncesine denk midir ki de onun hükümlerini tartabilsin? Kaldı ki bir şeyi değerlendirebilmek veya tartabilmek, tartılan bilginin kaynağından daha üstün olmayı da gerektirir. Bu konuda Hz. Ali (k.v.)’nin sözü çok vecizdir: “Din akıl olsaydı, insanlar, mest’in üstünü değil, altını meshetmeleri gerekirdi.”
Carullah’ın bu fikirlerine göre Kur’an ve sünnet’te gelen hükümler, akla uymadığı gerekçesiyle kolaylıkla reddedilecektir ki bu, apaçık sapıklık demektir. Carullah, akla verdiği önemden dolayı, felsefeyi reddetmeyi de “aklı boyunduruğa almak” olarak görmektedir.[46]
Halbuki akıl, dinde nakille bildirilen şeyleri anlama aracıdır, dini hükümleri doğrudan belirleme aracı değildir. Yukarıda da belirtildiği gibi, dinin inanç, ibadet, nübüvvet ve ahirete ilişkin konuları, sadece nakille (vahiyle) bilinir.[47] Bu sahada akıl terazisi çekmez. İmam Şâtıbî de şer’î hükümlerde, aklın nakle tâbi olması gerektiğini, aklın alanının naklin müsaade ettiği oranda geçerli olduğunu belirtmiştir.[48]
Carullah, bilginin kaynaklarını anlatırken, kendince önem verdiği her kaynağı, dinde birinci kaynak olarak nitelemektedir. Örneğin yukarıda aklı birinci kaynak ilan etmişti.[49] Bu yüzden Carullah, “en sapık fırka, aklı ve aklî delili, nakli bilgilerle çelişiyor iddiasıyla iptal eden fırkadır” diyebilmektedir.[50] Başka bir yerde ise “keşf” ve “ilhamı”, en doğru ve en kuvvetli bilgi olarak nitelemektedir.[51] Bu durumun apaçık bir çelişki olduğu aşikardır.
[1] Mehmet Görmez, Musa Carullah Bigiyef, TDV Yayınları, 1994, Ankara, s. 41.
[2] Mehmet GÖRMEZ, Musa Carullah Bigiyef, s. 9-50.
[3] Bkz. Mehmet GÖRMEZ, Musa Carullah Bigiyef, TDV Yayınları, 1994, Ankara; Musa Carullah, Kur’an Sünnet İlişkisine Farklı Bir Yaklaşım: Kitâbu’s-Sünne, (Çev. Mehmet Görmez), Ankara Okulu, 2000, Ankara; Musa Carullah, Hatun (Yayına Haz: Mehmet Görmez. (Görmez, Önsöz’de, kendine rehberlik eden hocası M. Said Hatiboğlu’na ve kitabın yayınlanmasına vesile olan Ömer Özsoy’a teşekkür etmektedir), Kitâbiyat, 2007, Ankara.
[4] Bkz. Mehmet Görmez, “Kur’an İslamı ve Kitabu’s-Sünne”, (Musa Carullah’ın “Kitabü’s-Sünne”sinde Takriz yazısı), Ankara Okulu, 2000, Ankara, s. V; Musa Carullah, Hatun, s. 7, 8; Mehmet GÖRMEZ, Musa Carullah Bigiyef, s. IX, XI, XII, 159.
[5] Musa Carullah, İslam’ın Elifbâ’sı (Yayına Hazırlayanlar: İbrahim Maraş, Seyfettin Erşahin), Ankara, 1997.
[6] Mehmet Görmez, Musa Carullah Bigiyef, s. 157-159.
[7] Musa Carullah, İslam’ın Elifbâ’sı, s. 79.
[8] Musa Carullah, İslam’ın Elifbâ’sı, s. 81.
[9] Musa Carullah, İslam’ın Elifbâ’sı, s. 79.
[10] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 32.
[11] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 33.
[12] İslam hümanizmi arayışı açısından Carullah, Fazlurrahman’a benzemektedir. Bkz. Fazlurrahman, İslam’da İhya ve Reform (İngilizce Baskı Editörü Ebrahim Mousa’nın “Giriş” yazısı), s. 41.
[13] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, 30, 81, 92, 105, 125,
[14] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, 32.
[15] “Allah, size hükümlerini açıklamak, size sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/26).
[16] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 15.
[17] “Allah, size hükümlerini açıklamak, size sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/26).
[18] Kanaatimizce “oluşturmak için” demek istiyor.
[19] Musa Carullah, İslam’ın Elifbâ’sı, s. 44.
[20] “(Müşrikler) çirkin bir iş yaptıklarında ‘biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk’ derler. De ki: ‘Şüphesiz ki Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?’” (A’raf, 7/28).
[21] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 25.
[22] Mehmet Görmez, Musa Carullah Bigiyef, s.159.
[23] Âraf: 7/28.
[24] “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o kimse ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmrân, 3/85).
[25] Abdülkerim Zeydan, el-Veciz fî Usûli’l-Fıkh, s. 263-266.
[26]A’raf, 7/40.
[27] Ali İmran, 3/91.
[28] Ali İmran, 3/85.
[29]Mâide, 5/17, 73. Ayrıca bkz. Mâide, 5/51.
[30] Musa Carullah, İslam’ın Elifbâ’sı, s. 78.
[31] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 30.
[32] Mehmet Görmez çevirisidir.
[33] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 17.
[34] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 18.
[35] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 26.
[36] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 98.
[37] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 99.
[38] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 29.
[39] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 26.
[40] Abdülkerim Zeydan, el-Medhal li Diraseti’ş-Şeriati’l-İslamiyye, s. 164.
[41] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 29.
[42] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s.87.
[43] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 82.
[44] Mehmet Görmez, Musa Carullah Bigiyef, s. 82.
[45] Mehmet Görmez, Musa Carullah Bigiyef, s. 82.
[46] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 21.
[47] Gazzâlî, Mustasfâ, I/377.
[48] Şâtıbî, el-Muvâfakât fî Usûli’ş-Şerîa, I/79.
[49] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s.87.
[50] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 93.
[51] Musa Carullah, Kitâbu’s-Sünne, s. 92.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.