Sakın şaka ettiğimizi sanmayın. Bu uyduruk fikir bir dönem o kadar taraftar bulmuştu ki inanamazsınız.
"Türklerin ilerlemesine Müslümanlık mani oldu." şeklindeki absürt düşünce, İslamiyetle her türlü bağın kesilmek istenmesine kadar vardırıldı. Öyle ki, bir dönem dilimizdeki bütün Arapça ve Farsça kelimeler ayıklanmaya çalışıldı. Bunun mümkün olmadığı görülünce de, bütün dillerin temelinin aslında Türkçe olduğu yolunda yalanlar uyduruldu. Böylece bizler de Amerika'daki Niagara şelalesinin adının "ne yaygara" kökünden, Amazon nehrinin adının da "amma uzun" kökünden geldiğini öğrenmiş olduk.
İSMAİL SEFA
Cumhuriyetin ilk yıllarında devrimler peş peşe geldi. Harf devrimi yapıldı, kılık kıyafetler değişti, ölçü ve ağırlık birimleri değişti. Hafta tatili bile değiştirildi. Çünkü yüzyıllarca dünyaya hükmeden Osmanlı'nın İslamiyet yüzünden geri kaldığı gibi ilginç bir fikre kapılmıştı devrin yöneticileri. Sakın bu fikre sadece cumhuriyetin ilk yıllarında rastlandığı düşünülmesin. Osmanlı'nın son döneminde böyle düşünenler vardı. Zaten böyle düşünenler, önce İttihat ve Terakki Cemiyeti etrafında kümelendiler, sonra da cumhuriyet kadrolarının çevresinde…
Devrimlerden en fazla payını alanlardan biri de dilimiz oldu. Atatürk, 1928 yılında yaptığı harf devriminden sonra, bu devrimin güçlenmesi ve kök salması için dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimelerle ilgimizin kesilmesini istedi. Bu tasfiye sırasında Arapça ve Farsça asıllı bütün kelimeler aforoz edilerek, yerlerine öz Türkçe olduğu iddia edilen yeni karşılıklar bulunmaya çalışıldı. Öyle ki Türkçe olmadığı gerekçesiyle "şey" kelimesinin bile kullanılmak istenmediği bir aşırılıkla hareket edildi.
Falih Rıfkı Atay, “Çankaya” isimli kitabında M. Kemal’in kendisine şunları söyleyerek bu konudaki hatasını şöyle itiraf ettiğini yazıyor:
“Dili bir çıkmaza saplamışızdır. Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır. Ama ben de işi başkalarına bırakamam. Çıkmazdan biz kurtaracağız.”
***
OKUYUN BAKALIM NE KADARINI ANLAYACAKSINIZ?
Söz konusu dönemde devlet katından yapılan açıklamalar, verilen emirler, hatta yabancı konuk kabul törenlerinde irat edilen konuşmalar hayli ilginçtir.
Şimdi bunlardan iki örnek verelim... Bakalım ne kadarını anlayabileceksiniz.
Atatürk'ün 1934 yılında verdiği bir emrin önündeki mesajdan: “Dil Bayramından ötürü Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Özeğinden, ulusal kurumlarından, türlü orunlardan birçok kutunbitikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlularım”
TERCÜMANLAR EPEY ZORLANMIŞ OLMALI
Aynı yıl İsveç Kralı’nın oğlu Türkiye’yi ziyaret etti. Cumhurbaşkanı Atatürk burada konuk prense hitaben şu konuşmayı yaptı:
“Altes Ruvayâl,
Bu gece, ulu konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken duygum, tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca, sizi sarmaktan hiç durmıyacak ılık sevgi içinde, bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankusunu bulacaksınız.
Isveç-Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, onu, bu iki ulus, ünlü sanlı özlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır.
Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini, o denlü yaltırıklı yöndemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özençe değer değildir.
Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar. Onlar bugün en güzel utkuyu kazanmıya anıklanıyorlar; Baysal utkusu.
Altes Ruvayâl,
Yetmiş beşinci doğum yılında oğuz babanız, bütün acunda saygılı bir sevginin söyüncü ile çevrelendi. Genlik, baysal içinde erk sürmenin gücü işte bundadır.
Ünlü babanız, yüksek Kralınız Beşinci Güstav’ın gönenci için en ısı dileklerimi sunarken, Altes Ruvayâl, sizin Altes Ruvayâl, Prenses Luizin, sevimli kızınız Altes Prenses Ingridin esenliğine, tüzün Isveç ulusunun gönencine, genliğine içiyorum.”
Atatürk’ün 1934 yılında İsveç veliaht prensine hitaben yaptığı konuşma metninin bulunduğu Cumhuriyet gazetesi. Sayfanın alt tarafında anlaşılmayan kelimelerin Osmanlıca ve Fransızca karşılıklarının verilmiş olması hayli ilginç…
***
GÜNEŞ DİL TEORİSİ
Dilin arıtılarak zenginleştirilmesi için ortaya çıkan dil reformunun bu yaklaşımı dilin kısırlaşmasıyla sonuçlandı. Atatürk de bunca tahrifattan sonra “dilsiz” kalmamak için son bir kurtuluş çaresi olarak gördüğü “Güneş Dil Teorisi”ni 24 Ağustos 1936’da ortaya attı.
Teori özetle şöyle; “Mademki Türk dili dünyanın temel dillerinden birisidir. Dünya dillerindeki birçok kelime bu teoriye göre Türkçe’den çıkmıştır. O halde bizim dilimizin içerisinde kullanılan ve yabancı asıllı olduğu iddia edilen kelimeleri sözlükten atmamıza gerek yok. Onlar da dilde kullanılsın, fakat bu kelimelerin aslının Türkçe olduğunu ispatlamak lazım.”
Emir telakki edilen bu düşüncenin ardından durum o hale geldi ki, Atatürk “tcyb” (sinüs) ve “teceyb”in (kosinüs) Türkçe karşılıklarının bulunması için gazetelere ilan verdirerek bir yarışma dahi açtırdı.
RESİM ALTI: 3 nisan 1937 tarihli Ulus gazetesi. Açılan yarışma neticesinde sinüs ve kosinüs kelimelerinin nasıl seçildiğini anlatıyor.
https://nek.istanbul.edu.tr/ekos/GAZETE/ulus/ulus_1937/ulus_1937_nisan_/ulus_1937_nisan_3_.pdf
GÜLMEYİN, BUNLAR HEP TÜRKÇE!
Ünlü filozof Aristoteles (Aristo); “Ali ustadan” geliyor.
Niagara Şelalesi: Bering Boğazı yoluyla Amerika kıtasına geçen Türkler (sonradan Kızılderili olarak adlandırılacaklardır) kıtayı keşfe başlarlar. Bir müddet ilerledikten sonra önlerine korkunç gürültüler çıkaran bir şelale çıkar. Bu durumdan çok etkilenen Türkler “Ne yaygara! Ne yaygara!” derler. Zamanla “ne yaygara” yerini Niagara’ya bırakır.
Amazon Nehri: Kıta keşfine devam eden Türk boyları Güney Amerika’ya kadar gitmişlerdir. Burada ucu bucağı olmayan bir nehir görürler ve tüm çabalara rağmen sonunu bir türlü bulamazlar. Hayretler içinde kalıp “amma uzun!” demişler. Zamanla bu “amma uzun”, “Amazon”a dönüşmüştür.
HÜKÜM KELİMESİ NASIL TÜRKÇELEŞTİ
Hüküm kelimesinin nasıl uydurulduğunu Falih Rıfkı anlatıyor: Dolmabahçe Sarayı’nda toplanmıştık. Sağımda Naim Hazim Hoca, solumda Yusuf Ziya. Sıra ‘hüküm’ kelimesinde…
“Bir karşılığı yoksa alıkoyalım.” dedim. Naim Hoca da, Yusuf Ziya da “Olamaz.” dediler… Hayli tartıştık. Toplantıdan sonra Asya Türk lehçelerini pek iyi bilen Prof. Abdülkadir İnan bana gelerek: “Hiç üzülmeyin, 'hüküm' kelimesini yarın Türkçe yaparız Falih Bey.” dedi. Ve ertesi gün usulca elime bir pusula verdi. Radloff’a göre bazı Türkçe lehçelerinde “ök” akıl demekmiş, “ük” şekline girdiğini gösteren örnekler de kağıtta yazılı idi. Bir uzak lehçede “um”, “üm”le isim yapıldığı üzerine de bilgi edinmiştim. Alt tarafı kolaydı: ük, üküm kullanıla kullanıla “hüküm” olmuştu. Toplantıda “Hüküm Türkçedir.” dedim ve sabahleyin öğrendiklerimi sayıp döktüm. İki hoca da susa kalmışlardı. “Uydurma” demeyeyim de “yakıştırmacılık” ilminin temelini atmıştık.
***
TILSIMLI ANAHTAR
Sonuç olarak gelinen aşamayı ifade etmesi açısından Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin ifadeleri dönemin genel özelliğini özet biçiminde açıklar mahiyettedir:
“Gazi gayet tılsımlı bir anahtar buldu. Öyle bir anahtar ki en yabancı sandığımız kelimeler bile Türkçe oluveriyor.”
Sonuç olarak gelinen aşamayı ifade etmesi açısından Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin ifadeleri dönemin genel özelliğini özet biçiminde açıklar mahiyettedir:
“Gazi gayet tılsımlı bir anahtar buldu. Öyle bir anahtar ki en yabancı sandığımız kelimeler bile Türkçe oluveriyor.”
***
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.